Son dönemlerde İslami isim, sıfat ve unvanlarla anılan bazı şahısların işlemiş olduğu cürümler üzerinden İslam’a ve Müslümanlara topyekûn bir saldırı yapıldığına şahitlik ediyoruz.

İnsanlar, kıymetli, değerli, güzel, rağbet edilenlerin taklidini, sahtesini yaparlar. Maddi olanlar arasında para, altın; manevi değerler arasında din ve dini değerler vardır.  

Maddi olanlar arasında en çok paranın sahte ve taklidi yapılmaya çalışılır. ‘Kalpazan’ olarak tabir edilen bu sahtekârlar, bütün imkân ve olanaklarını kullanarak var olan para’nın aynısını yapmaya çalışırlar. Belki sahte demek doğru olmaz, bütün çalışmalarına rağmen aynısını yapamadıklarından dolayı yaptıkları para ‘sahte para’ ismini alır. Onlarca, yüzlerce sahtekârlık girişimine rağmen insanlar hiçbir zaman ‘para’ya saldırmaz, hedef almazlar. Tam aksine devlet kurumları, güvenlik güçleri imkân ve olanakları seferber ederek paranın ‘sahte’ ile ‘gerçeğinin’ nasıl ayırt edilebileceğini vatandaşlarına anlatmaya çalışır. Broşürlerle, kısa videolarla toplumu bilinçlendirir. Makine ve farklı tekniklerle esnaf ve tüccarları tedbir almaya yöneltir.  

Manevi değerler arasında en önemlisi ‘din’dir. Elhamdülillah Müslümanız ve dinimiz İslam’dır. İnsanlar hava ve suya nasıl ihtiyaç duyuyorsa İslam’a, bir yaratıcıya, bir Rabbe muhtaçtırlar. İslam ve değerleri için, canlarını, mallarını feda eden bir ümmet vardır.

İslam’dan konuşan, dini bir kisveye bürünen şahsiyetlere toplum saygı gösterir, itimat eder. Peygamber (s.a.v.)’e olan sevgi ve muhabbetten dolayı, O’nun soyundan gelen ‘seyyid’lere dünyanın her tarafında insanlar ikramda bulunur, saygı ve hürmet gösterir.

‘Şeyh, hoca, melle, seyda, alim, feqi, medrese, tarikat, cemaat…’ gibi sıfat ve unvanlar İslamidir. Toplumun; önderleri, manevi dinamikleri, ayakta tutan kurum ve şahsiyetlerine verdiği unvanlardır. Ümmet, bu şahsiyetler sayesinde birliğini muhafaza etmiş, emperyalistlere ve zulme karşı direnebilmiş, maddi ve manevi alanda ilerlemiştir. Bu şahsiyetler, her türlü zorluk karşısında mazlumlara bir sığınak ve liman olmuşlardır. Nerede bir medrese, bir ilim havzası, bir aydınlanma ve ilerleme, küfür ve zulme karşı bir direniş var ise orada muhakkak bir şeyh, bir âlim önderlik etmiştir. Onlar da çobanlık ve önderlik görevlerini canları pahasına ifa etmişlerdir.

Şeyh Şamil, Emir Abdulkadir, Şeyh Abdulhamit b. Badis,  Şeyh Ahmet Şerif Senusi, Şeyh Ömer Muhtar, İmam Hasan el Benna, Şeyh Mahmut Berzenci, Şeyh Said, Melle Said, Şeyh Ahmet Yasin... ve daha niceleri. 

Ülkemizde 15 Temmuz hain darbe girişimine karşı meydanlarda ön safta ve canlarını feda edenler bir İslami yapıyla direk irtibatı olanlardır. Darbeye karşı camilere giderek ‘sala’ okuyanlar imamlarımızdı.  Bu emri veren Diyanet İşleri Başkanı idi.

Elbette her sınıfta olduğu gibi İslami makam ve kurumları temsil edenler de melek değil insandırlar. Aralarında art niyetli, bulundukları makamı istismar eden, nefsani istek ve arzularına yenik düşenler çıkacaktır. Peygamberimiz Hz. Muhammet (s.a.v.) hayatta iken sahte, yalancı peygamberler peyda olmuştur. Haşa, bunun üzerinden Peygamberleri ve getirdikleri mesajları sorgulayamayız, saldıramayız.  

Olması gereken; aslına saldırmak değil, aslını insanlara tanıtmak, çoğaltmak, sahtekâr ve yalancıları aslına halel getirmeyecek bir dil ve üslupla ıslah, terbiye ve te’dip etmek olmalı, bu da olmazsa afişe edilmelidirler.  

İğneyi de kendimize batıracak olursak; her Müslüman, özellikle İslami bir sıfat taşıyan şahıs ve kurumlar bembeyaz bir kâğıt gibi olduklarını bilmelidir. En ufak bir leke ve kir, hemen kendini gösterecektir. Bu da İslam’a saldırmak için bekleyen düşmanların eline koz verecektir. Buna hiç kimsenin hakkı yoktur.

Âlimlerimiz, hocalarımız, Peygamber (s.a.v.)’in makamını temsil ettiklerinin bilinciyle konuşmalı, davranmalı, hareket etmeli ve yaşamalıdır. Öyle ki bu makam, bu kisve ve Peygamber (s.a.v.), kıyamet günü onların aleyhinde şahitlik etmesin.