Devasa bir müzede 18 bin insan kafatasını sergilemek.  Bu kafatasları, ilmi çalışmalarda ya da tıp alanında kadavra olarak kullanılmak üzere gönüllü bağışlarla elde edilmiş değil.

Bu kafatasları, işgal edilen topraklarda zulüm, işkence ve katliamlarla öldürülen o toprakların sahiplerine ait. Kimisi işkence altında, kimisi evinde ve sokağında otururken, kimisi işyerinde ve tarlasında çalışırken, kimi bir okul ve medresede eğitim verirken ya da alırken, kimisi bir düğün ya da bir taziye evinde iken öldürülen insanların kafatasları.

Katledilen insanların en insani hak olan toprağa defnetmek yerine binlerce km öteye taşıyıp sözde medeniyetin başkentlerinden biri olan Paris’teki bir müzede sergilemek.  Öyle bir defaya mahsus da değil. 1937’den beri bu kafatasları Paris İnsan Müzesinde sergilenmeye devam ediliyor.

Bu 18000 kafatası, Cezayir, Libya ve ağırlıklı Afrika olmak üzere dünyanın farklı coğrafyalarında işgalci Fransa ve avenesi tarafından katledilen mazlumlara ait.  

Fransa, utanıp ailelerden ve insanlıktan özür dileyeceğine bununla iftihar etmekte ve pişkince ‘sömürgeciliği biz icat etmedik’ diyebilmektedir. Müzede bulunan Cezayirli mücahitlerin kafataslarının Cezayir'e iadesi için yıllardan beri çalışan Cergy-Pontoise Üniversitesi Fizik Bölümü Öğretim Üyesi İbrahim Senouci, 4 yıl önce kendisiyle söyleşi yapan AA’na ilginç açıklamalarda bulunmuştu.

"Cezayir kendi tarihini iyi bilmiyor. Eğitim sisteminde Cezayir tarihine iyi yer verilmiyor. Öyle ki ülkedeki gençler aldıkları tarih eğitimiyle sanki söz konusu dönemde önemli olaylar geçmemiş, hiçbir şey olmamış zannediyor…

Kafataslarının müzede bulunduğu konusunda Cezayir Hükümeti bilgilendirildi ve konu fazla yankı bulmadı. Ancak benim bunu unutmam mümkün değil, zihnimin bir köşesinde her zaman yer etti. Çünkü babam Cezayir Kurtuluş Savaşı’nda öldü ve naaşını asla bulamadık..."

Fransa Cezayir gençliğine bu katliamları unutturmaya çalışsın, eğitim müfredatında Cezayir tarihini değil, kendi tarihlerini okutsun. Sömürgeciliğin kötü bir şey olmadığı ve bir kültürü paylaşmak için yapılan olumlu bir faaliyet gibi sunmaya devam etse de zannedildiği gibi işler öyle gitmiyor.

Babalarını, eşlerini, çocuklarını kaybedenlerin acıklı hikâyeleri nesilden nesile aktarıldı. Bir gün geri gelir umuduyla, evlenmeyip eşini bekleyen gencecik gelinler yaşlandı, kocadı. Bütün acılara karşı başı dik ve mağrur duran anne ve gelinlerin hüzünlü hikâyeleri köyleri, şehirleri aşarak destanlaştı. Mezarı olmayan binlerin on binlerin üzerine yakılan ağıtlar ciltlere sığmaz oldu.

Sömürge ve direniş sürecinde on milyon insan katledildi. Kayıp ve mezarı olmayan on binler… Bir millet böyle bir acı ve trajediyi unutulabilir mi?  hafızasından silebilir, yokmuş gibi davranabilir mi?

Müzede sergilenen 18 bin kafataslarından incelenen 500 tanesinden 36’sının Cezayirli mücahitlere ait olduğu tespit edildi. 24 tanesi 1830-1962 arası Fransızlara karış gösterilen direnişin liderlerine ait.  Sergilenen 5942 No’lu kafatası Şehit Alim Musa El Derkavi’ye ait.

Bu 24 şehit liderin kafatası ve naaşlarından geriye kalanlar bağımsızlık günü olan 5 Temmuz öncesi Cezayir’e getirtildi. Pak naaşlarından geriye kalanlar 170 yıl sonra Fransız esaretinden kurtularak uğruna can verdikleri toprakla buluştu.

Mücahit liderlerin naaşları, torunları tarafından devlet töreniyle kendilerine yaraşır bir şekilde karşılandı. Havaalanında Cezayir Cumhurbaşkanı Abdulmecid Tebbun'un yanı sıra devlet erkânı ve askeri yetkililer hazır bulundu. Devlet televizyonun naklen verdiği törende savaş gemilerinden top atışları yapıldı.

Acıdır; zalimlere karşı çıkan İslam âlimlerinin ortak kaderi midir?

Zalimler sağ iken onlardan korktukları gibi cansız bedenlerinden de korktular. İki metre karelik mezar dahi onlara çok görüldü. Bu Türkiye olsun, Cezayir olun, Mısır olsun, fark etmiyor.

O pak kanları aradan yüzyıllar geçse de ümmetin önünü aydınlatmaya devam ediyor.  Allah bütün şehitlerimize rahmet etsin.