Bir davanın ilkeleri kadar o davanın kurucu lideri ve öncüleri olan şahıslar düşmanlarının hedef tahtasındadır. Doğal olarak lider ve dava birbiriyle direk ilintilidir. Liderin güçlü olması, korunması, emirlerinin yerine getirilmesi davanın güçlü ve aziz olmasıdır. Liderin ortadan kaldırılması, yıpranması, halkın ve taraftarlarının gözünden düşmesi; davanın yıpranması ve zayıflamasıyla eşdeğerdir. Liderini saldırı ve tehlikelerden koruyamayan, ortak paydalarında bir araya gelemeyen bir davanın gücünden, büyüklüğünden bahsedilemez.

Bir davanın kurucu ve manevi önderi asırlar geçse de düşmanları onun peşini bırakmaz, fiziki saldırılar son bulsa da şahsı manevisine yönelik karalama, iftiralar devam eder.

Bu dava İslam, manevi önder de Peygamberimiz Hz Muhammed aleyhi`s-selatu vesselam olunca tarih boyunca saldırıların en iğrençleri yapılmış ve maalesef edilmeye de devam edilmektedir. Bu iftira ve karalamalar kendisiyle sınırlı kalmamış pak eşleri ve yakın ashabını da içine almıştır. En son adi bir filmle bu kampanyaların sonuncusu sahnelendi. 

Peygamberimizin ashabı O`nu canlarından daha aziz bildi, O`nu korumak için hayatlarını çekinmeden feda ettiler. Hz. Ebubekir`in Kâbe`de; Ensar gençleri,  Talha b Ubeydullah ve Nesibe Hatunun kadın haliyle Uhud günü kendilerini O`na siper etmeleri bu sevgi ve bağlılığın tezahürüdür. Bedir günü Sa`d b Muaz`ın ‘Ya Resulullah! Bu denizi bize göstersen ve bizden dalmamızı istesen hiçbirimiz bundan geri durmayız` demesi itaat ve fedakârlığın zirvesidir.

Ashab-ı Kiram, Resulullah aleyhi`s-selatu ve`s-selam`ı hayatta iken salt bir koruma veya fedai refleksiyle korumamış; emirlerini, tavsiyelerini hatta haram olmasa da hoşuna gitmeyen şeyleri dahi kesin bir emir gibi algılayıp kaçınmışlardır. Resulullahı koruma ve sevmenin yolunun ancak Onun ve İslam`ın öğretilerini yerine getirmekle; emirlerine aykırı davranarak sevilemeyeceğini ve fiziki saldırılardan korunamayacağını pratikte göstermişlerdir. ‘Onu seviyor ve korumak istiyorsan Ona itaat et, Ona itaat etmek istiyorsan Onu sev ve koru` düsturlarıyla hareket etmişlerdir.

Resulullah`ın hayatının en sıkıntılı, düşman saldırıları karşısında en savunmasız ve mübarek dişinin şehit edildiği Uhud günü, aynı zamanda Resulullah`ın emrine muhalefet edildiği gündür. Eğer okçular yerlerini terk etmemiş olsalardı bu acı yaşanmayacaktı.  Ama bir kısım Müslüman emre itaatsizlik edince canlarından aziz saydıkları Resullerini koruyamamışlardır. Zafer ve ganimet ellerinden gitmiş, yerine onlarca şehit vermiş, AllahTeâlâ`nın buyurduğu gibi acı üstüne acı tatmışlardır.

Bugünkü Müslümanlar olarak hala Resulullah`ı annemizden, evladımızdan, eşimizden, malımızdan daha aziz bilmiyorsak Onu koruyamaz ve itaat edemeyiz. Onun öğretilerini ve dininin emirlerini bir kenara bırakarak yaşamımızı, mücadelemizi dizayn ediyorsak Onu sevmekten bahsedemeyiz.

Onu ve dinini korumak, yapılan hakaret ve iftiralara karşı tepkimizi dile getirmek için bir saatliğine de olsa beraber yürüyemiyorsak, bir araya gelemiyorsak, omuz omuza bir tekbir atamıyorsak vallahi Onu koruyamayız. Aradaki ihtilaf ve ayrılıklarımızı, şahsi ve cemaatsel taassuplarımızı, nefsimizin istek ve arzularını bir kenara bırakarak ümmetin maslahatı, Müslümanların sorunlarının çözümü için bir masada bir araya gelemiyorsak Muhammed aleyhi`s-selatu ve`s-selam`a yaraşır bir ümmet olamayız.  Bugün dünyanın dört bir yanında yabani hayvanların saldırısına uğrayarak çil yavrusu gibi dağılan ve feryat eden ümmetin hali bu itaatsizliğin ve vefasızlığın bir sonucu değil midir? Kudüs`ün 60 yıldır işgal altında olması, Irak, Suriye, Filistin, Çeçenistan, Keşmir, Arakan`da Müslümanların kanlarının oluk oluk akması,  diğer İslam topraklarındaki manevi ve ahlaki yozlaşmanın sebebi Müslümanların bölük pörçük olmalarından kaynaklanmıyor mu?

Müslümanlar olarak Resulullah`ı korumak, Onu her şeyimizden daha aziz tutmak, dinini ve öğretilerini dünyaya hakim kılmak istiyorsak bunun yolu Onun emirlerine itaat etmek, şahsi manevisi etrafında kenetlenmekten geçer. Bunu yapmıyor, bunun için uğraşı içerisinde değilsek vay halimize…