Bir coğrafyada savaş, çatışma, kaos ve mücadele olduğu müddetçe şu iki kavram ön palana çıkar. ‘Kahraman’ ve ‘hain’.

Kahramanlar,  o şahıs için, mensubu olduğu aile için, yapı için hatta insanlık için bir iftihar ve övünme vesilesidir.  ‘Hain’ ise tam tersi o aile, yapı ve insanlık için bir utanç vesilesidir. İnsanlar bir kahramanın soyundan gelmiş olmayı iftihar ve övünerek ifade eder, bunu ilan ederler.  Tarihte ve günümüzde Peygamberin soyundan gelme olan ‘Seyit’lik sıfatı bir iftihar vesilesidir. Her zaman ve mekânda insanlar seyitlere ihtiram etmiş, saygı göstermişlerdir. Kız alıp verme ile de olsa Seyitlerle akraba olmaya çalışırlar. Ama kimse aynı fikre mensup da olsa Ebu Cehil’in soyundan geldiğini söylemez, iftihar edemez.

Kâinatta sünnetullah gereği her şey zıddıyla kaimdir. Çirkinlik olmazsa güzelliğin, karanlık olmazsa aydınlığın, kötü olmazsa iyinin, şer olmazsa hayrın, küfür olmazsa imanın değer ve kıymeti bilinmez, bilinse de tam anlamıyla anlaşılmazdı.  Üstadın deyimiyle ‘Şeytanların varlığı olmasaydı, insanların makamları, melekler gibi sabit kalacaktı, istidat ve yetenekleri gelişmeyecekti. Şeytanla ve nefisle mücahede ederek a'lâ-yı illiyyîne (en yüksek mertebeye) çıkan Hz. Ebu Bekir’le, şeytana ve nefse esir olup esfeli safiline (en aşağı derekeye) düşen Ebu Cehil ile aynı seviyede kalacaktı.’

Elmas ruhlu Ebubekir’in ortaya çıkması için Ebu Cehil gibi bir şeytana ihtiyaç vardı. Sınav ve imtihan olmasa çalışkan ve tembel, öğrenci ayrımı olmazdı. Bütün öğrenciler aynı seviyede olurdu.

Mem ile Zin arasındaki aşkın ilahi aşka dönmesi için hain ‘Beko’nun varlığı gerekliydi. Beko olmazsa Mem, Zin ile doğal bir şekilde sorunsuz evlenecekti. Günümüze kadar gelmiş bir ilahi aşk destanının yerine, o günün ortam ve şartlarında birbirini çok seven iki eş,  uyumlu, örnek bir aile olmanın ötesine geçemeyecekti. Diğer evlilikler gibi sıradan bir olay gibi unutulup gidecekti.  Ama Beko’nun ihanet ve fesatlığı buna izin vermedi.  Mem’in, Zin’e karşı duyduğu beşeri aşkın vuslata ermemesi Mem’i zorladı, nefsiyle cedelleşti, mücadele etti, pişti, kemale erdi. Gerçek aşkı ve Zin’i buldu.

Hainlerin varlığı, ortaya çıkması elbette ki bizi üzer.  Kahramanların varlığı bizi sevindirir. Her kahraman, varlığını hainlere borçludur, dersek yanlış demiş olmayız. Hainlerin büyüklüğüyle kahramanların büyüklüğü birbirine orantılıdır.  Bunun böyle olması bizi hainlere karşı bir sempati ve sevgiye neden olmamalı. Bilelim ki her zaman ve mekânda hainlerin çıkması kadar doğal bir şey yoktur. Ama biz, kahramanlar olmaya, kahramanların safında ve izinde hainlere karşı mücadele edenlerden olalım.