Büyük İslam şairi Muhammed İkbal, Resulullah aleyhisselatu vesselama olan aşkını şu dizelerle dile getirir.

‘Ya Resulullah! Senin gelip geçtiğin yolların tozunu, gözlerime sürme diye çektim.

O mübarek yolların tozuyla sürmelenen gözlerimi Batı dünyasının yaldızlı dalaleti, gafleti boyayamadı, kamaştıramadı.

Batının ilmini aldım, tekniğini aldım, fakat ruhunu almadım. Çünkü ruhu yoktu…

Ruh, mana, aşk, vecd, Sen`in yolunda Sen`in dinindedir.

Ne bahtiyardır o gönül ki, Sana bir aşkla bağlıdır. O aşkla yanar ve o aşkla yaşar.`

***

Gündemimiz çok hızlı bir şekilde değişiyor, değiştiriliyor. Gündemi belirleyenler, mazlum ve mustazafların istek ve ihtiyaçlarına göre değil, kendi istek ve menfaatleri doğrultusunda yönlendirmekteler.

Farkında olmadan başkalarının gündeminde sürüklenmekte, kayıklarına kürek çevirebilmekteyiz. Bu da emperyalizmin bizleri uyutmak için uygulamış olduğu oyunlarından bir oyundur.

Son on yılda kendilerini Peygamber Sevdalıları olarak tanıtarak, yüzlerce yerde milyonların katılımıyla büyük etkinlik ve organizasyonlar yapan Peygamber Âşıkları var. Başkalarının gündemine takılmadan, Müslümanların ve tüm insanlığın muhtaç olduğu kutlu mesaj, meydanlarda, salonlarda ve her yaştan Müslümanlar tarafından dile getirilmektedir.

Zaman ve mekânlar değişse de, teknolojik imkân ve olanaklar en üst düzeye çıksa da Kutlu Mesaj`a olan ihtiyaç devam edecektir. Çünkü O Resulün getirdiği mesaj, son mesaj ve evrenseldir. İnsanoğlunun suya, havaya olan ihtiyacı neyse bu öğretiye olan ihtiyacı da odur.

Günümüzde insanlığın çekmiş olduğu sıkıntı ve sancılar, gündüzlerinin geceye, baharlarının kışa dönmesi, bu ilahi mesajın hayata geçirilmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Onun getirmiş olduğu mesajın dışında insanlığı mutlu edecek, huzura erdirecek başka bir mesaj yoktur.

Eğitimciler ve öğretmenler, komutan ve idareciler, hâkim ve savcılar, tüccar ve ekonomistler, eşler ve babaların… Onu örnek almadan, ilmi ve ahlakıyla kuşanmadan başarıya ulaşma şansları sıfırdır. Bütün fikir ve ideolojiler, hüsranla sonuçlanmaya mahkûmdur. Bunu anlamak için ümmetin ve insanlığın içinde bulunduğu bugünkü duruma bakmak kâfidir.

Bin dört yüz yıl önce Arabistan çöllerinde maddi ve manevi açıdan geri kalmış, her türlü zulüm ve hukuksuzluğun diz boyu olduğu, kız çocuklarının diri diri gömüldüğü, insanların köle diye pazarlarda satıldığı bir zamanı, Asr-ı Saadete, Yesribleri Medinelere çeviren bu Kutlu İnsan ve Kutlu mesaj,  sadece o zaman ve mekâna münhasır değildir. O günün hastalık ve buhranlarına deva olan reçete ilk geldiği günkü haliyle elimizde mevcuttur.

Yeter ki başkalarının bize dayattığı sun`i gündemlere takılmayalım, sürüklenmeyelim ve boğulmayalım. Her zaman ve mekânda gündemimiz O olsun. Onu okuyalım, Onu anlayalım ve hayatımızın her alanında pratiğe geçirelim.