Allah Teâlâ, insanları hakk dine çağırmak; uyarmak, korkutmak, müjdelemek, iyiliği emretmek, kötülükten nehyetmek, yeryüzünde şirk ve küfrü ortadan kaldırmak için Peygamberler göndermiştir.
İlk insan ve ilk peygamber Hz Adem ile Peygamberlik silsilesi başlamış, bu silsile inkitaa uğramayarak sürekli devam etmiş, ta ki son elçi Hz Muhammed aleyhisselatu vesselam gönderilinceye dek.
Son peygamber Hz Muhammed aleyhisselamla vahiy ve peygamberlik sona ermiştir.
Peygamberliğin sona ermesi, insanların tamamen hidayete ermesi, uyarıcı ve korkutuculara duyulan ihtiyacın son bulmuş olmasından dolayı değildir. Bunun sebebi, değişmeyecek ve tahrif edilmeyecek bir dinin ikame edilmiş olması, Allah tarafından indirilen ve korunan Kur`an-ı Kerim`in insanların elinde olmasıdır.
Peygamberlerin gönderilmesi sona erse de onların varisleri hep oldu ve olacaktır.
Peygamberimiz, “Benim ümmetimin âlimleri, israiloğullarının peygamberleri gibidir”, “âlimler peygamberlerin varisleridir” sözleriyle alimin misyon ve görevini belirtmiştir.
Peygamberler, ilim dışında mal, makam, mevki, dünyalık bir şey bırakmamışlardır. Bu ilimin varisleri de âlimlerdir. Alimler, Peygamberlerin misyon ve görevini icra edecek, ümmete ve insanlığa çoban olacak, zalim ve tağutlara karşı kıyamın öncüleri olacaktır. Siyere baktığımızda Hz. Muhammed aleyhissalatu vesselamın vefatıyla alimler bir boşluğun oluşmasına fırsat vermemiş, üzerlerine düşen görev ve sorumluluğu devralmışlardır.
Âlimlerin görevlerini icra etmedikleri, edemedikleri dönemlerde toplum bozulmuş, insanlık çobansız kalmış sürü misali kurtlar ve çakalların saldırılarına maruz kalmışlardır. Bunun en somut örneği bugünkü ümmetin ve insanlığın içler acısı halidir.
Alim, peygamberin ilmini aldığı gibi ahlakını da almalıdır. Vakar ve heybeti, takva ve ihlası, tebliğ ve irşadı, cesaret ve metanati, mütevazilik ve izzeti, oturuş ve kalkışı, kısaca hayatının her alanı, her fiil ve davranışından nübüvvet kokmalıdır.
Allah`ın ve dininin düşmanları nasıl ki peygamberlere ve davalarına karşı çıkmış, onlara eziyet etmiş, yurtlarından ve evlerinden çıkarmış, hapsetmiş, şehit etmişlerse, alimlerin de başlarına bunların gelmesi kaçınılmazdır. Yalanlanacak, eziyet edilecek, işkence edilecek, hapsedilecek, kovulacak, şehit edilecek. Âlim, bütün bunları göze almak zorundadır. Bedel ödemesi gerekiyorsa da dinin ve ümmetin selameti açısından gözünü kırpmadan ödeyecektir.
İslam âlimlerine olan düşmanlık, İslam düşmanlarından geldiği gibi ismen Müslüman ama icraatları İslami olmayan yönetici ve idarecilerden de gelmiş ve gelecektir. Said b. Cübeyr, Abdullah b Mesud, İmam Ahmet, İmam Ebu Hanife`ye eziyet edenler ismen Müslüman olan sultan ve yöneticiler idi.
Asrımızın büyük âlim ve müceddidi Üstad Said-i Nursi`yi, ‘deli` diye tımarhaneye atan, İngiliz, Fransız, Rus değildi. Maalesef dönemin yöneticileriydi.
Bu saldırıların devamına günümüzde de şahit olmaktayız. Nurettin Yıldız Hoca`nın şahsında İslam âlimlerine reva görülen muamele ve tazyikler, bu saldırıların günümüzdeki versiyonudur. Bu saldırıların temel amacı, âlimleri toplumun gözünde itibarsızlaştırmak, görev ve misyonlarını ifa etmeyi engellemek, tebliğ ve irşaddan el çektirerek köşelerine çekilmelerini sağlamak, İslami olan-olmayan her icraatı kabul ettirmektir.
Bütün bu durumların başlarına geleceğini en iyi bilen âlimlerdir. Bütün olumlu ve olmuşuz durumlara karşın Âlim, varisi olduğu Peygamberin ahlakına ve mizacına uygun hareket etmek ve alimliğini yapmakla mükelleftir.