Sakın attığım başlığa kızmayın. Zira sizin kadar nefret ettiğim bir kelime var içinde. Bir endişeye, bir endişemize dikkat çekmek için böyle dedim. Bu kıyam ve direnişin sihirli ve süslü sözlere kurban edilmemesi gerektiğine işaret için böyle dedim.
Suriye’de Zalim Esad ve diktatörlüğü son buldu. On binlerce insan yıllardır adına cezaevi denilen fakat gerçekte bir insan mezbahanesi olan zindanlardan kurtuldu. Yine yıllardır muhaceret yaşayan insanlar yurtlarına döndü. Yani bir insanlık canavarından kurtuldular. Buna kardeşlerimizle beraber ne kadar şükretsek azdır.
Ama asıl olan bundan sonraki tüm süreçlerin, bu çileyi çeken Müslümanların diledikleri gibi gitmesidir.
Özellikle yönetimsel anlamda “nasıl” olacağıdır. Belki diyebilirsiniz henüz bunun için çok erken. Ama asıl erkene alınması gereken budur.
Suriye’nin özellikle son yüzyıl tarihine bakıldığında bunun ne kadar mühim bir mesele olduğu daha da iyi anlaşılacaktır. Suriye, 1920-1945 yılları arasında sömürgeci Fransızların zulmünden kurtulmuş ve birçok askeri darbenin çilesini çekmiştir. Bir şekilde bunlardan kurtulmasına rağmen ortak bir payda oluşturamamıştır. Bir ülke olmuştur belki; ama ortak yaşam, ortak hedef üzerinde bir birliktelik sağlayamamıştır. Bu da pusuda bekleyen şeytani vampirlerin iştahını kabartmıştır.
Gelinen bu süreçte Muhalif Güçlere destek verdiğini ima edenler bununla beraber akıl vermek isterlerse nasıl olacak? Kendilerini örnek göstermek isterlerse nasıl olacak? Buna dikkat etmek lazım.
Mesela yeni yönetime “demokratik, laik, ulusalcı, çağdaş” gibi önerilerde bulunsalar nasıl olur?
İslami bir ilham ve hedef ile yola çıkılan bu süreç demokrasi ile sonlansa nasıl olur?
Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı duyulduğu gibi yönetim şekline de saygı duyulmalıdır.
Elbette halkın zaferi olduğu için halk ne derse o olsun. Bunda bir sıkıntı yok. Ama meydanda kazanılan masada kaybedilirse en küçük tabirle yazık olur. Heder olur.
O zaman küfür bir cephede kaybedip başka cephede kazanmış olmaz mı?
Asıl zafer toprakla beraber insanın da kazanılmasıdır. "Toprağını al, dinini bırak" planına karşı Müslümanlar uyanık olmalıdır. Toprak da hakkıdır. Dini zaten onundur. Hele yıllardır Esad zaliminin zulmü altında olan mazlum Suriye halkı için analarının ak sütü gibi helaldir.
Yönetim, eğitim, hukuk ne varsa Müslüman halkın tercihi doğrultusunda yürütülmelidir. Bu tercih İslam’dır. Ne kokuşmuş izm’ler ne süslü ama içi boş rejimlerdir. Kim hayır görmüş ki onlar hayır görsünler.
En kucaklayıcı olan, fıtrata en yakın olan, herkese hakkını veren, ayrıştırmayan, ötekileştirmeyen,
İslam’dır. Onun esaslarıdır. Yoksa ne olursa olsun Suriye özgür olamayacaktır. İstikrarlı olamayacaktır. Adaleti tesis edemeyecektir. Ne kendine ne ümmete bir faydası dokunmayacaktır.
Ama İslam ile beraber hem kendi özgür olacak hem diğer Müslüman coğrafyaların özgürleşmesine vesile olacaktır.
İslam olsa, en büyük hedef Kudüs olacaktır. Baş düşman israil (ABD) olacaktır. Yeryüzünün neresinde bir Müslümanın başına bir şey gelse kınamanın ötesinde bir şeyler yapacaktır. Maddi ve somut hangi adımların atılması gerekiyorsa onları atacaktır.
Zafer ile beraber İslam’ın hâkim olması duası ile.