Asrımız, farkına varamadığımız kadar bir hızda ilerliyor.

Durup düşünecek, düşünüp duracak bir fırsat bile vermiyor.

Bir şeyler eklerken, çok şeyler de alıp götürüyor bizden.

İçinde bulunduğumuz yoğunluk ve yorgunluktan dolayı kendimizi düşünemiyoruz.

Kendi dışımızdaki her şeyi kafamıza takıyoruz da bir türlü kendimize bakamıyoruz.

Garip bir arayışa girerken “kendimizi bulmayı” hiç hesaba katmıyoruz.

Ne halde olduğumuzun ne yapmamız gerektiğinin,

Neye, ne kadar zaman ayırmamız gerektiğinin çok farkında olamıyoruz.

Oysa ömür sermayemiz tükeniyor, günlerimiz eriyor.

Her nefes alışımız her kalp atışımız kabre bir adım daha yakınlaştırıyor.

Yani yeni memleketimize, amellerimizle karşılaşacağımız yere doğru ilerliyoruz.

Hem de garip ve süratli bir hızda ilerliyoruz. Önümüzde ne var ne yok çok da bakmıyoruz.

İşte böyle bir durumda “durup halini düşünmek” bir fren ayarı görevi görüyor.

Farkına varmaya yönlendiriyor.

Olan, olması gereken ve olacak olanı düşünmeye sevk ediyor.

 

İslam düşmanlarının en büyük savaş araçlarından bir tanesi, kendini düşünen insan istemiyor.

Zira kendini bilen Rabbini bilir.

Sınırını bilir ve dolayısı ile haddini bilir.

Küfür ise haddini, hududunu bilenleri elbette istemiyor.

Tüm planları yıkım, hudut tanımama ve tahribat üzerinedir.

En büyük yatırımları; Rablerini bilmemeleri için insanların da kendilerini de bilmemesi üzerinedir.

Tüm çabaları bunun içindir. 

Kim ne derse desin, hangi komplo teorileri öne çıkartılacaksa çıkartılsın

Gelecekte en büyük sorun, sıkıntı ve problem;

“Yalnız insan” ya da “yalnızlaştırılan insan” problemidir.

“Nerde olduğunun, ne yaptığının farkında olmayan insan” problemidir.

Yüce kitabımızda “İnsan kendini yeterli gördüğü için mutlaka azgınlık eder.” (Alak, 6-7)  

Şeklinde tarif edilen “Kendine yeten insan” tipini oluşturmaktır.

En büyük projeleri,

En derin planları,

En şeytani stratejileri hep bunun üzerinedir.

 

Bu tuzak ve planlara karşı uyanık olmamız gerekmektedir.

Bu açıdan arada bir durup kendimize bir bakmamız lazım.

Yani işe kendimizden, gidişatımızdan başlamamız lazım.

Ne kadar “istenilen” seviyede bir kulluğumuz var?

Hedeflerimiz ile halimiz ne kadar uyumlu?

Kendimiz, yerimiz, eş, dost, akraba, arkadaşlığımız ile durumumuzu sorgulamamız lazım.

Bu sorgulamalardan korkmamamız lazım. Zira bize bizi gösterecek.

Kendimizi tanıdıktan sonra gerisi daha kolay olacak.

Hastalıklarımızın, eksikliklerimizin farkına vardıktan sonra ancak tedavi sürecine geçeceğiz.

Manevi hastalıklarımızda o zaman “hekim ve ilaçlara” başvuracağız.

Kendi durumumuzun, hastalıklarımızın farkında olmasak hekim de ilaç da derman yerine dert olur.

Ya da kendimizi, ailemizi çoluk çocuğumuzu yeterince bilmesek, tanımasak her birini bir psikoloğa mahkûm hale getireceğiz.

Bilginin altın çağında psikolojinin seans mahkûmlarından olacağız.

Oysa biliyoruz ki bizler boşlukta dolaşan cisimler değiliz.

Yolu ve rehberi belli dosdoğru yolun yolcularıyız.

“Kendimize bir tefekkür hali” ile bakarak hem halimizin hem yerimizin

Hem de gayemizin farkına varacağız.

Ve ancak bu şekilde fıtrat ayarlarımıza döneceğiz.

İşe kendinden başlayanlardan olma duası ile

Cumamız mübarek olsun.