Mekân olarak oldukça küçük olan Vatikan, ruhaniyet açısından oldukça geniş ve büyük bir coğrafyaya etki etmektedir.
Vatikan`a yapılan cumhurbaşkanlığı seviyesindeki ziyaret dikkat çekiciydi. Bu ziyarete nasıl bakmalı ve nasıl yorumlamalı?
Gözlemlendiği kadarıyla Vatikan tarafından da bu ziyaret önemsenen bir ziyaret oldu. Afrin operasyonunun olduğu kritik süreç ve Avrupa`daki karşıt algı ikilemi çerçevesinde düşünüldüğünde bu ziyaretin önemi ortaya çıkıyor. “Zeytin Dalı”na karşı farklı bir bakış açısına sahip Avrupa üzerinde etkisi olan Vatikan, bu algıyı değiştirebilir mi göreceğiz. Çünkü ruhani bir liderlik olan Vatikan`ın en azından Erdoğan tarafından bilgilendirildiğini biliyoruz. Bu bilgilendirmenin hükümet açısından Avrupa hükümetlerine Vatikan tarafından olumlu yahut “karşıt algı” oluşturma sürecine girmesi siyasi bir beklentidir.
Vatikan`ın Trump`ın Kudüs kararından memnun olmadığını da herkes biliyor. Öyle ki Papa bu tepkilerin başını çekiyordu. Neticede Kudüs`ün aynı zamanda Hristiyanlar için de kutsal bir şehir olduğu aşikâr. Bu açıdan bakıldığında Vatikan ve Erdoğan`ın bu meselede hem fikir olması bir başka olumlu tespit olarak göze çarpıyor. Tüm bunlar Vatikan`ın diplomatik ve siyasi alanda hükümete destek çıkmasının uluslararası bir kazanım olacağı muhakkak. Yine de bu tespitler çerçevesinde şayet varsa bu ziyaretteki kazanımlar, sonraki günlerde kendini gösterecektir.
*
Afrin operasyonu bir yandan yapılırken diğer yandan da İdlip`te İran ve Rusya ile varılan anlaşma çerçevesinde dört yerde gözlem noktaları oluşturulmaya çalışılıyor. Yapılan roketli saldırılar konusunda da bir yandan cumhurbaşkanı bir yandan da başbakan açıklamalarda bulunuyor. YPG`nin kullandığı silahların kime ait olduğu konusunda açıklama yapacaklarını Erdoğan dile getirdi. Uzatmaya gerek yok ki! Herkes dünyanın gözü önünde Amerika`nın bu silahları YPG`ye sevk ettiğini gördü/görüyor. Sorun şu ki kimse kral çıplak diyemiyor. Erdoğan`ın uluslararası şikâyete konu olmasını kast ettiği bu silahlanma ‘kimi kime şikâyet ediyorsun` sorusunu doğuruyor. İngiltere, Rusya, Fransa ve İsrail`in el altından sahayı silahlandırdığı ve eğittiğini sağır sultanlar dahi duydu. O sebeple kimsenin ilgilenmeyeceği düşünülse de girişmeye değer bir “karşıt algı” oluşturacaktır. Daha farklı girişimler ve stratejiler için ilerde sıçrama rampası olacaktır.
*
CHP kongresindeki izlenimlerin başında Kılıçdaroğlu`nun etrafında yer alan isimlerin halk içinde pek tanınan veya tabanı olanlar olmadığıdır. Esas mesele de halk içinden halkla olmak değil midir? Adında halk olan bir partinin halktan kopuk olması son yıllarda gelişen bir durum değil elbette. Adeta halksız bir siyasete alışmış bir düzlemde politika yapan bu siyasi duruş iktidara gelememeyi bir ceza olarak algılamıyor. İnönü`nün Menderes karşısında seçimi kaybetmesi sonucu halkı yönetim için cahillikle suçlaması bir sürçme değil, “zihinsel siyasi bir bilinçaltı”nın dışa yansımasıydı.
CHP`nin bu kongrede parti yönetim iktidarı için gösterdiği amansız mücadele; yıllardır ‘kendi içinde aslan, halka ise yabancı` şeklindeki yaklaşımı beraberinde getirdi. Kılıçdaroğlu bu isyankâr yaklaşımları çok seslilik ve demokrasi gereği olan gelişmeler diye tevile kalkışsa da sol yorumcular parti içi dikta algısını şiddetle eleştiriyor ve dile getiriyorlar. Sayın İnce`nin bu eleştirel tavrını kürsüde izin verildiği oranda dile getirmesi, alkışlanması ve aldığı oylar; CHP`de bir iç buhranın yaşandığını, patlamaya yüz tuttuğunu haber vermektedir. Bu kongre bu yanardağın patlayacağının işaret gibiydi.
Erdoğan bari bu aşamada ağzına sahip çıkıp da Kılıçdaroğlu veya CHP`yi eleştirmeseydi. Çünkü böyle bir durum karşısında toparlanmaları AK Parti için hayra alamet olmayabilir. Yine de onları birleştirse birleştirse isteyerek veya istemeyerek ağzını açtığı takdirde ancak Erdoğan birleştirir.
Klasik olacak ama söylemeden de olmuyor: Ne olacak bu CHP`nin hali…