OECD(Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) PİSA(Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı)`ya “eğitim” konusunda içinde Türkiye`nin de olduğu ülkeler nezdinde bir araştırma yaptırdı. Sonuçların Türkiye ile ilgili olan yönü çokça ses getirdi. Bu sonuçlar özellikle bir takım medya ve eğitimciler tarafından siyasi manipülasyon aracına dönüştürülse de bazı gerçekler göz ardı edilemez.

PİSA, üç yılda bir yapılan ve 15 yaşındaki öğrencilerin başarı düzeylerini esas alan bir uygulamadır. Temel amacı, öğrencilerin okulda öğrendikleri bilgi ve becerileri günlük yaşamda kullanabilme becerisini ölçmek olarak açıklayabiliriz. Öğrencilere bu uygulama çerçevesinde başta metematik olmak üzere fen bilimleri ve okuma alanlarında bir takım sorular soruluyor. 2015`te yapılan bu son sınava Türkiye, ilk defa 2003`te katılmıştı.

Bu girişimin başkanı olan Andreas Schleicher, Türkiye`deki eğitim sistemini değerlendirirken Gazete Habertürk`e değerlendirmelerde bulunmuş:

“…Eğitimin genel başarısı asla öğretmenlerin başarısından   fazla olamaz. Yani öğretmenler ne kadar iyiyse sistem de o kadar iyi olur. Önemli olan en yetenekli kişileri öğretmen olmaya çekmek… Okuryazarlık bilgi bulmak değil; bilgi inşa etmektir… Altını çizmek istiyorum: Geleceğin öğretmeni daha az eğitmen daha çok akıl hocası olacak… İyi öğretmenler araştırmacıdır. Sadece ders kitaplarında ne yazıyorsa onu öğretmezler. Hükümet öğretmenliği hem finansal hem entellektüel açıdan çekici kılmalı…”

Yukarıdaki paragrafta söylenen tesbitlere katılmayanımız yoktur. Bu sebeple “Türkiye`de Eğitim” üzerine yapılan tesbitlerin iki ayağından biri nitelikli eleman, yani öğretmendir. Nitelikli yani kaliteli bir eğitim için bas bas bağıranlar olarak kaliteli eğitimin nitelikli öğretmenlerle olması gerektiğini unutuyor muyuz? İktidarlar okulların yapımı, öğrencilerin varlığı üzerinde hep durdular. Öğretmenlerin de sorunları üzerinde durmaya yönelik söylemler dile getirdiler. Fakat öğretmenlerin haklarını iyileştirme esasları tek tarflı olarak maddi gerçekleri hedef etse de temel düşünce, öğretmeni asıl kimliğine kavuşturma programları ve teşviki olmalıdır.

Bu tesbit ise iki yönlüdür. Bir yönü “Öğretmen”in kendisine bir yönü de “Devlet”e dayanıyor. Öğretmene dayanan yönü şudur: İtiraf etmek gerekirse her öğretmen eğitici değildir. İnsanlar öğretmen olma aşkıyla bu mesleğe yönelmezler. Maddi kaynaklarını ve hayat standartlarını geliştirmek adına geçim ihtiyacı, bu tercihte yönlendirici olmaktadır. İnsanları eğitmek, onlara yol göstermek ve bu uğurda bir sevda sahibi olarak gayret etmek gibi idealist düşünenler çok azdır. Halbuki öğretmen olunduğunun ilk aylarında bir takım kurslar görülür, sonrasında sınavlar yapılır. Hiç bu sınavları beceremeyen ve öğretmenliğe başlamayan kimseyi gördünüz mü? Hayır, rastlanılmıyor! Çünkü düşünce şu: “Hayatım boyunca okudum. Binlerce sınavlara girdim. Öğretmen de oldum. Hala sınav oluyorum. Bu ne!”

Acaba kaç öğretmen; yüksek lisans yapmalı, yeni eğitim metodları/araçları bulmalı, geliştirmeli ve dünya standardını yakalamalıyım diye düşünebilmiştir. Çok az! Çünkü Öğretmen ve idarecilerimize şöyle bir baktığımız zaman bu düşünceyi hayatında uygulayanın çok az olduğunu görüyoruz. Kaç öğretmenimiz veya idarecimiz klasik öğretme metodları dışına çıkıp yıllık veya aylık plana bağlı kalmadan daha iyi öğretme teknikleri geliştirmiştir? Kaç yüksek lisanslı idarecimiz/müdürümüz bulunmaktadır? Hazır yıllık plan şemaları dışında kendi kendine yeni şemalar ve ders işleme tarzı geliştiren kaç okul, idareci, öğretmen veya eğitimcimiz bunu dert edinmiştir?

Tesbitin ikinci yönü ise devlete dayanıyor demiştik. Devlet de öğretmenini, idarecisini maddi olarak özel okullara veya başka yerlere göz gezdirecek duruma sokmayacak olanaklar sağlamalıdır. Cervantes`in dediği gibi “Eğitim karın doyurmaz. Fakat eğitimsiz yaşanmaz.”

Kaliteyi yükseltmede Andreas Schleicher`in tesbitiyle bitirelim:”Dünya değişiyor. Tabiki eğitim sisteminde de her zaman değişiklikler yapılabilir. Ama devamlılık ve tutarlılık çok önemli. Öğretmenlere her gün yeni bir şey anlatırsanız birgün hiçbir şeye inanmaz hale gelirler. Değişim stratejik ve tutarlı olmalı.”