Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, “Sınavsız Mahalli Yerleştirme Sistemi” adlı yeni düzenlemeyi  yaptığı bir basın toplantısıyla açıkladı. Detayları merakla beklenen bu sınav, biliyorsunuz ki TEOG`un yerine getirilen yeni sistem olacak. Eleştirenler var beğenenler var. Elbette bu yönüyle artısı ve eksisi olacaktır. Hele bu durum uygulama sahasına konulduğunda kendini daha fazla hissettirecek ve yol bulursa mecrasında akacak; bulamazsa arayışlar şikayetlere göre tekrar nüksedecektir.

Artısına eksisine bakmadan insanı en çok düşündüren şey 2019 seçiminde şayet iktidar değişirse bu eğitim sisteminin de değişip değişmeyeceği gerçeğidir. Bu düşünce sonraki seçimler için de olabilir. Eğitimi “istikrar”la götürmek mi yoksa yap-boz tahtasına dönüştürmek mi hedeflenmiştir bu yeni girişimle? Bilemiyoruz tabi. Fakat geçmişe baktığımızda hiç de ümit kokan manzaralar görmüyoruz. Zira bu memleketin dumura uğrayan eğitim politikası içler acısı ve yap-boz tahtası.

Şayet gerçekten bu politikaya bir yön vermek adına gerek Sayın Cumhurbaşkanının ve Milli Eğitim Camiasının söyledikleri bir endişeye dayanıyor ve günü birlik bir politikayı yansıtmıyorsa iyi bir başlangıç olmasını temenni etmek lazım. Peki buna dair işaretler var mı? Plan ve Bütçe Görüşmelerinde eğitime ayrılacak bütçenin en yüksek bütçe yani savunmadan da fazla olacağı dile getirildi. Bu başlıbaşına bir işaret olarak algılanabilir. Eğitime maddi bir dokunuş, Ar-Ge araştırmaları ve kalite açısından bir farklılık oluşturacaktır. Ancak söylemden eyleme geçişin sağlam ve oturaklı adımlarla gerçekleştirilmesi, eğitimci ve velileri tatmin etmesi kaçınılmaz olarak süreç içinde kendini gösterecektir.

Eleştirel noktada gerek muhalefetin gerek ona yakın düşünenlerin “İmam Hatip liselerinin boş kalan kontenjanlarının doldurulması” olarak konuya yaklaşmaları eğitimci bir yaklaşımdan çok politik bir yaklaşımdır. Bu noktada korkulan şey geliştirilen bakış açısının eğitsellikten uzak siyasi bir bakış açısı olmasıdır. Madem eğitim, bir memleket meselesidir yahut halkın olmazsa olmazıdır, o zaman ön yargılardan ve siyasi yaklaşım tarz ve bakışlardan uzak verimli, üretken ve sürdürülebilir bir sistemin yerleştirilmesi, alt yapısının hazırlanması, bir başarı düzeyinin de hedeflenmesi gerekmez mi?

Bu memleketin temel sorunu, her sorunun altında yatan temel etken “eğitim”se hiç kimse bu sonuçtan beri değildir. Ana muhalefet ve zihniyeti yıllarca iktidarda olduğunu unutmadan daha realist politikalar üretmeli ve olumlu, eğitim sistemini geliştirici bir tutum segilemeliyken işe İmam Hatip Liselerinin boş kontenjanlarını doldurma gibi absürt bir neticeye vardırmayarak güzel bir bakış açısıyla yaklaşabilirdi. Sırf muhalefet yapmak için söz söyleme artık göze girmiyor.

Buna karşın iktidar 15 yıllık bir zaman kaybının açığını kaybedilen yıllara eklememelidir. Bu kaybın telafisine çalışacak oturaklı izahat ve yaklaşımlarını sahada verim alma esası üzerine bina etmeyi bir an önce gerçekleştirerek inandırıcı olmalıdır. Yeni okullar yapmak, eğitimi tek öğüne indirmek, teknolojik yatırımları geliştirmek eğitime önem vermek değildir. Bunlar elbette yapılması gereken işlerdir. Ancak eğitimin bir ruhu olmalıdır. Bu ruh insanın maddi ve manevi ihtiyaçlarını esas alan, şahsiyetli kişilikler yetiştirmeyi hedefleyen ve dünya standartlarını yakalayan bir ruh olmalıdır. Üç defa kapıya vurup gelmesini beklemek yaşadığımız kayıp zaman dilimine zaman eklemekten öteye geçmez.

O ruhu ancak kendimiz kaliteyi yükselttiğimizde yakalayıp çıtayı yüksek tutabiliriz. Bu ruhu yakalamak ise istikrarlı, üretken, sürdürülebilir ve gelişmeye açık bir kalitede yani nitelikli insan yetiştirmede ısrar etmekle olur. O sebeple “Bir yıl sonrasını düşünüyorsan tohum ek. On yıl sonrasını düşünüyorsan ağaç dik. Yüzyıl sonrasını düşünüyorsan insan yetiştir.” diyen Konfüçyüs`ün sözünü unutmamak gerek. Evet eğitim, ama nitelikli…