Geçen hafta (5 Temmuz) günü gündemin hızla değişen akışı içinde bir dosya, adeta sessiz sedasız üç üyelik ve 13 beraatle neticelendi. Neden adeta sessiz sedasız diye yazdım denirse, kararın hemen akabinde sık sık haber sitelerini karıştırdım ve pek bir tepki göremedim de ondan. Tabi böyle bir “adaletsizlik” yaşanırken bir de “adalet” yürüyüşü yapanlar vardı yollarda.
Bu dosya 2011`den bu yana mahkeme süreci yaşıyor. Beraatlerin ve verilen cezaların gerekçesi henüz yazılmadı. Lakin Yargıtayca bu dosyanın FETÖ sürecine ve kumpasına istinaden bozulması, hazırlanan delil ve gerekçelerin bu meyanda uydurulmuş veya “suç oluşturulmuş” olması, herkesin beraatini gerektirirken üç kişiyi cezalandırmak ‘buna artık razı olun` demek mi acaba?
Madem bu davanın hem hakimleri hem savcıları hem de polisleri FETÖ`den dolayı cezaevlerinde ya da yurt dışında ve kaçak pozisyonundalar, dosyayı temelden beraat etmek en uygunu değil miydi? Her ne kadar FETÖ`den arınma sürecinde lağv edilen meşhur Yargıtay 9. Dairesi yerine yeni oluşturulmuş 16. Ceza Dairesi yerel mahkemenin kararını bozarak iade ettiyse de üç kişinin üyelik, diğerlerinin beraati şeklinde bir talebi vardı. Vardı; ama ümitlerimiz de vardı. İnanasımız gelmiyordu. Avukatlar realist söylemlerde bulunsa da yürekler ümidi besliyor ve üç dosyadaşımızın da beratini umuyordu. Aynı şartlar ve aynı gerekçeler geçerliyse, yani bu dosyanın FETÖ tarafından “Suç oluşturulmuş” kavramı çerçevesinde değerlendirilmesi neticesinde yerel mahkemeye bozulması için yollanmışsa, dosya herkesi kapsıyor ve temelden de bozulabilirdi. Ama bozulmadı.
Dosyamız, bu vesileyle gündeme geldiğinde 2012`de 14. Ağır Ceza Mahkemesine Cumhuriyet Savcısı İsmail Tandoğan`ın verdiği “Esas Hakkındaki Mütalaa”ya baktım. Bir dosyadaşımız sorgu ve savunması alınmamış olduğundan dosyasının tefriki olmuş. Hacı İnan, Mehmet Göktaş ve başka bir dosyadaşımızın ise ayrı ayrı beraati verilmiş. Geri kalan biz 15 kişiye de ceza talep edilmiş. Bu talepte bulunan İsmail Tandoğan, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcı Vekili Ömer Faruk Aydıner tarafından 54 hakim ve savcı için hazırlanan FETÖ dosyasındaki savcılardan biriydi. Hakkında isnad edilen suçlamalar şu şekilde kayda geçmişti: “ "Silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek, kurulan örgüte üye olmak", "Siyasi ve askeri casusluk", "Gizli kalması gereken bilgileri (devlet sırrı) açıklama ve bu suça teşebbüs etmek", "Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen ya da tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs etmek", "SUÇ UYDURMAK", "Özel hayatın gizliliğinin ihlal etmek", "Hukuka aykırı olarak elde edilen verileri kaydetmek", "Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme", "Resmi belgede sahtecilik", "Görevi kötüye kullanma."
Bu kadar suç içinde dikkatimi veya dikkatiniz en çok “suç uydurmak” çekmiş olsa gerek. Eve ve iş yerime yapılan baskında yaşadıklarımızı düşünüyorum da adeta suç üretmek için yarışıyorlardı. İş yerimin deposunu basıp “Cemalim” adlı bir romanımızı mal bulmuş mağribi gibi “Amirim! Amirim!” nidalarıyla gösteren ve mevcut bin adetine el koyanlar, o suç uyduranlardı. Neymiş “Cemalim” kitabı “Cemal Tutar”ı anlatıyor veya kendisi tarafından yazılmış. Her iki durumla da alakası olmayan başka bir mazlum Cemal`i anlatan bir romandı.
Neticede kanunen bir adetinin alınması yeterliyken gaddarca el konularak bin adet alınan kitap tıpış tıpış verildi. Bu suç üretenler çetesi de ilahi adaletin tecellisiyle şimdi bizi göndermek için kumpas kurdukları yerdeler.
Dosyamıza gelince; umudumuz bu üç arakadaşımızla ilgili bu gelişmenin 25 yıldır FETÖ mağduru olarak içeride mazlumiyetleriyle adalet bekleyen “Yusufilerin de özgürlüğüne” bir sebep olmasıdır. Biz Allah`tan böyle diliyoruz. İnanıyoruz ki; DİLEMEYİ İSTEMESEYDİ, İSTEMEYİ DİLEMEZDİ.