“Evet-Hayır”lısıyla  bir referandumun geride kalması sonrası, gündem hala tazeliğini koruyor. Her ne kadar Kılıçdaroğlu ve Hayır Cephesi`nin de bu oranı beklemediklerini düşünenlerden olsam da yapılan miting ve alan çalışmalarında hatta televizyon programlarında sık sık dile getiriyorlardı. Bu tavrın siyasi söylem gereği olduğunu, bu sebeple ısrar edildiğini herkes dile getiriyor ve bu ısrara istihzai bir yaklaşımla gülümsüyor. Gel gör ki kazın ayağı hiç de böyle değilmiş meğer.

Alttan alta mı desem yoksa üstten üste mi desem, gizliden mi yoksa açıktan mı desem; meğer bir çalışma, bir gayret, ‘yenile yenile yenmeye yaklaşma` anlayışı hayır cephesine güç verdi. Öyle ki Başkanlık henüz başlamadan az kalsın bitecekti.

Referanduma bu yönüyle baktığımızda Hayır Cephesinin hemen her bloktan ve ikna edilmemiş AK parti, MHP cephelerinden de taraftar buldukları gerçeğini inkar edemeyiz. Belki de zafere dönüşmeyen bu başarıya Hayır cephesi, cephe olarak gönülden inansalardı veya sonuca bu kadar yakın olduklarını bilselerdi ‘ha gayret` sesleri ve azimleri daha da artabilirdi. İşin sonun da zafer olacaktı.

Şimdi ise bu gayretsizliklerine seçmen gözünde bir girişim olsun diye Yüksek Seçim Kurulu`nun aldığı kararı gündem etmekle bir neden bulmaya çalışıyorlar. Peki YSK`nın kararlarının son merci olarak bozulmayacağını, üst mahkemesinin olmadığını bilmiyorlar mı? YSK bu kararı bozarsa kendini inkar edeceğinin, bundan sonra yapılacak seçim ve referandumlarda güvensizlikle sürekli itham edileceğinin idrakinde değil mi? Öyleyse bunu yapar mı? Hayır, yapmaz. YSK Başkanı Sadi Güven`in televizyonlara çıkıp kararın arkasında olduğunu söylemesi bu mesajları içeriyor. Belki de bu aşamadan sonra yapılabilecek en mantıklı gelişme, YSK Başkanı Sadi Beyin istifası veya bir sonraki seçimlere kadar makamından ayrılmasıdır. Peki, bu gelişme olursa bundan sonraki seçim veya referandumlarda bu tür vakalar olmayacak mı? Kesinlikle olacak. Çünkü her seçim veya referandumda herkes bilir ki sandık görevlileri veya müşahitler bu tür vakalarda ortak bir görüş birliğine varır ve meseleyi orada hal ederler.

Bu konuda en çok yaşanmış örneklerden biri şudur: Genellikle kullanılmayan oyların çok olması durumunda hele hele köylerde sandık görevlileri, aralarında anlaşarak kullanılmayan bu kadar oyun heba olmaması adına aralarında bir şekilde bölüşmeye varan bir görüş birliğine varırlar. Herkes memnun bir şekilde oradan ayrılır. Bu olayda da buna yakın bir durum CHP`nin kendi sandık görevlilerine yolladığı mesajlarda olduğu gibi muhtemelen gelişmiş, anlaşılmıştır. Sonradan kendilerinin ve Hayır Cephesinin de inanmadığı başarı oranı ortaya çıkınca üstü örtülmek üzere anlaşılan mühürsüz zarf meselesi, fırsat telakki edildi. Bu durumu lokal fırsattan ulusal fırsata çevirme rantı arayanlar, hemen işe koyuldular. AGİT gibi kuruluşlar da Hayır Cephesi ağzıyla açıklamalarda bulunarak destek verince yürüyebilene aşk olsun.

İşe bir de adalet nazarıyla bakıldığında  AK parti ve MHP sandık görevlileri de buna ortaktırlar. Yani bu vakanın suçu tüm sandık, hatta müşahitlerin suçudur. Aralarında anlaşmasalar, baştan red edip YSK`ya götürmeselerdi böyle bir karar ortaya çıkmazdı. Neticede YSK, kendisine gelen bu tür sorunlar hususunda son merci olarak bir karar vermek zorundadır. İtiraza mahal olamayan bu karar, artıları-eksileri gözetilerek verildikten sonra yasa gereği ne kadar tartışılsa da boştur.

Madem böyle Hayır Cephesi ve özellikle CHP, bundan sonraki süreç için gardını almalıdır. Değişecek birçok kanun için komisyon ve meclis ringlerindeki müsabakaların coşkusunu şimdiden duyuyoruz.

“Evet” Cephesi`nin Cumhurbaşkanı ve Başbakan hariç büyük bir rehavet içinde olmalarının ataleti, en büyük eleştiri noktasıdır. Erdoğan parti başına geçerse il başkanlıkları, parti içi dengeler ve iki yıl sonraki seçimler için kaçınılmaz değişimlerin olacağını şimdiden söylemek keramet olmasa gerek.