Eskilerin deyişleri tecrübenin konuşturulmasıdır. “Kişi noksanın bilmek gibi irfan olmaz” ifadesi her şeyi özetlemiş bir ifadedir. Peki kişiler noksanını bilir mi? Noksanını bilene ne denir, arif mi?.. Noksanını kabullenmeyen kör mü, bilen mi, bilmeyen mi? Noksanlık özür mü? Bu noktada kişilik devreye girse bünyede filizlenen kibir mi, tevazu mu? Sorular, sorular, sorular….

Açlığın belirtisi midenin sızısıdır. Tokken yemek, oburluktur. Boş bardak suyu alırken dolu bardak taşırır. Almanın hazzı daha önce tatmanın lezzetinden geçer. Tatmayan bundan mahrumdur. Sözlerim tecrübeyi içermeyen ve toyluğun noksanlığını bilmeyen anlayışadır. Ticaret bilmeyen, hayatı bilmeyen, bilmediğini bilmeyen yahut yazmayı bilmeyen kimse tecrübeyi konuşturana koşar, ona bakar, ayak izlerine basar ve yol alır. Neden? İnsanı onarmak için… Hepsi güzel, hoş…  Her toyluk tecrübe istikametinde yol alır almasına; lakin bilmediğinin farkında olmayana laf anlatmak en zoru olsa gerek. Noksanlığını bilene yardımcı olunur. Aç olan doyurulur. Susayana kana kana su içirilir. Ancak bunun idrakinde olmayana ne buyurulur ki?

Yazı yazmanın yolu çok okumaktan geçer. İnsanlığın tarihini yazanlar okuyanlardır, dediğinde okumayla arası olmayanın yüzü nasıl da asılır durur. Üç kitap okuyanın kendini her şeyi bilen, üç yazı yazanın da kendini yazar kabullendiği kibir ve gurur abideleri olmak marifet değil, çukurda olduğunun farkında olmamaktır.

Her işin başı marifetullahtır. Allah`ı bilmenin ve O`ndan korkma`nın yakınlaştırıcı bir ihlası ve takvası vardır. Aslandan korkan uzaklaşır. Düşmandan korkan uzak durur. İnsan korktukça emanda emniyette iken Allah`tan korktukça yakınlaşır. Bunun adı ihlastır, takvadır, marifetullahtır. Allah`ın rızasını elimizden düşürdüğümüzde, noksanlığımızın farkına varamayız; kibre, gurura batar boğuluruz. Eline hesap makinasını alan esnaf makinasından; eline kalem alan yazar kaleminden Allah`ın rızasını döktürmelidir. Ne sadece kârı gözetmeli, ne de ne güzel yazıyor dedirtmeli. Zaten  kalplerin sahibi kaleme de  dile de hükmetmiyor mu?

Üzerinde durulacak en güzel fazilet kişinin noksanlığını bilme irfanını göstermesidir. Zaten ehli irfan, kalabalıklarda istemese de sıyrılan karakterlerdir. Hedef ve istikamet Allah`ın rızası olduğundan gözler ve kalpler kibirden uzak, tevazu elbisesi giymiş olur. Mütevazı kimse ise Mevlana`nın deyimiyle toprak gibidir. Toprak, ayaklar altındadır, her daim ezilir. Tüm mahlukatın cürufunu kabul eder, sineye çeker, hazmeder. Sonra o cüruftan tertemiz çiçekler, meyveler, gıdalar takdim eder. Acaba böyle miyiz, yoksa nasihat kabullenmeyen ve istifra eden mi?

Ufku kapalı olanın beyni donuk olur. Zihin dünyası üretken değilse kişinin, nitelikli düşünceler ortaya çıkmaz. Anlayış ve çok yönlülük, sonu muhakeme ile bitmeyen bir düzlemde yürümemelidir. Zira taşlığa atılan tohum yeşermez. Akıl eşiğinden geçen bilgi, marifetullah ile yoğrulmadıkça tekebbür eder. Frenleyici unsur Allah`ın gözetimidir, rızasıdır, O`na duyulan muhabbetin gereği olan sorumluluk bilincidir. Sorunlardan şikâyet, sorumsuzluğa götürücü olursa çözümün değil sorunun parçası olunur. Hâlbuki marifetullahla yol alan bilgi buna izin vermez.

İhtiyacının farkına varan, ihtiyacı için yorulur. Noksanlığının bir ihtiyaç olduğunu fark eden muhtaçtır. Noksanlığın telafisi irfansa bu yolda yol alan tüm muhtaçlar adına şair ne güzel demiş:

Mazhar-ı feyz olamaz düşmeyicek hâke nebât

Mütevâzî olanı rahmet-i Rahmân büyütür.