Bu memlekette tüm uğursuzluğuyla bir 28 Şubat dönemi geçti ve inançlı insanlar bu süreçte onulmaz yaralar aldı.
Hele cumhuriyetin kuruluşuyla beraber giyimde/kuşamda sosyal hayatın her aşaması öyle bir değişime uğratıldı ki, ne inanç ne de kültürel değerlerimize uygun değillerdi.
Aslında yapılan bu girişimlerim hepsi, halkın inancına yönelik değerler erozyonu olup dinden ve geçmişten uzaklaştırarak Avrupai bir nesil oluşturmaya dönüktü.
Düşman olarak algılanan din ve değerleri olunca, ona inanan halk da ötekileştirildi; böylelikle mezalim, bir asırlık sürece zaman zaman gizli zaman zaman aşikâr olarak devam edegeldi.
Nihayetinde cumhuriyetin ilk yıllarında adeta şovlara dönen ve büyük iddialarla uygulamaya konan toplumu değiştirme girişimleri, yüz yıllık süreçte bekleneni vermedi.
Ne bu halk dininden uzaklaştı ne de iktidarlar onların dediği süreci gösterebildi.
DNA’sında İslam gibi bir nimet ve iman gibi bir aksiyon olan Müslüman halk, din hususunda inkıtaa uğrayıp bir fetret dönemi yaşasa da geriye dönüp bakıldığında laik düşünce gittikçe kan kaybediyor.
İşte onların anlamadıkları nokta tam burası veya anlamak istemedikleri…
Laik düşünce bu ülkede bu yüzyılda ve Osmanlı öncesi artıklarıyla beraber hala en fazla yüzde 20-25 civarında bulunuyor.
Baskı, zulüm ve her türlü mezalime uğrayan bu Müslüman halk ise gittikçe bilinç çıtasını yükseltiyor; hatta iktidara dahi gelebiliyor.
Her ne kadar yetkili olup etkili olma konusunda tartışmalı bir iktidar süreci olsa da bu algı kırılmayacak bir algı değil.
Bu süreç bu memlekette hala devam eden bir süreçken, aynısını farklı coğrafyalarda, farklı dinlerde ve farklı kültürlerde de gördük/görmeye devam ediyoruz.
Bugün kendini medeni hayatın(!) beşiği gibi lanse eden Fransa, hala kadınların örtüsüyle uğraşmayı kendine hedef bellemiş ve eğitimde bununla uğraşıp engel oluyor.
Hadi doğrusunu söyleyelim: Aslında İslam ile uğraşıyor ve Müslümanların artmasından güvenlik politikaları adına korkuyor.
Bu, aslında Müslüman vatandaşlarını kabullenememesi sonucu yanlış politikaların beraberinde getirdiği baskılardır.
Belki de Afrika ve diğer sömürdüğü ülkelerin yüzyıl sonra alacakları bir rövanş gibi görünüyor.
Üstad Bediüzzaman’ın batının İslam’a gebe olması gerçeğini bu düşüncelerle zihnimde toparlarken laiklerin ister burada ister Fransa’da ister dünyanın başka yerlerindeki mezalimlerinin kendi sonları olacağına tarih şahittir.
"Onlar ağızlarıyla Allah'ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır." (Saf, 8)