Gençlik yıllarımın güzel anılarından iki simayı unutmam mümkün değil.
Kasım ayının yirmi beşinde 1993 yılının sonbaharında toprağa düşen Şehit Ziya Ve Süleyman…
Hazan mevsiminin bahara durmuş çiçekleri gibiydiler.
Nitekim öyle de oldu: Mirasları üzerine onur ve gururla onları yâd eden bir nesl-i cedit var artık.
Şehadeti ve şehitliği onların nazarında unutmayan, imanın nasıl bir dönüştürücü olduğunu, Derviş Ziya’nın ve Süleyman’ın yıllar sonrasına nasıl etki ettiğini gören bir gençlik…
Her ikisi de cahiliyenin kirinden ve pasından arınıp cami ve cemaatle buluşunca örnek birer rol model oldular; ihlasta, takvada ve huşuda.
Zaten Ziya’ya “Derviş” denilmesi bu gereğe atfen değil miydi?
Dervişane yaşantısı ve seyrü süluk yolculuğunda Allah’a yakın olan bir kan lalesi, kıpkırmızı…
Salihlik ise Süleyman’ın ikinci adıydı; hilmi ve güzel ahlakıyla…
Unutmadığım ve hoşuma giden en güzel tavrı galiba şuydu Derviş’in: Henüz yeni yeni imanın tadını sindirmeye çalışırken saçını, sakalını jilete vurdurup kökten kesmesiydi.
Neden bunu yaptığı sorulunca ‘cahiliye sürecinde hataları ve günahlarına şahitlik etmiş saçı ve sakalını, bundan böyle abdest suyuyla büyüteceğini’ söylemesi ne güzel bir ifade…
Gecenin bir vaktinde koyu karanlık bir sokakta, mahallenin en zengininin aracına çarpması ve benden çakmak isteyip aracı çizip çizmediğine dair kontrolünü de unutmadım Derviş’in.
Şayet çizik varsa gidip helallik isteyecek kadar ince ruhlu ve hak hukuka riayet endişesi de unutmadığım anılardan oldu.
Bu güzellik, var mı bu zamanda acaba?
Bu güzellik Allah’ın hoşuna gitmez mi, gider de yanına alıp dünyanın kötülüğünden uzak tutmaz mı seni Derviş’im?
Şahidiz, şehit gibi yaşadınız, şehit oldunuz fisebilillah!
Babasına olan düşkünlüğüyle Elazığ ve Bingöl arasında mekik dokuyan Şehit Süleyman, yaz kış demedi; babasını tedaviye çalıştı.
Camide mahallenin küçük çocuklarına ders vermekten usanmadı, alıkoymaya çalışan müezzin ve imama rağmen.
İslam’a ve Müslüman’a dost, gayrısına şedit olan bir yüreği vardı.
Dostlar! Ne çok şey öğrendik sizden, ne çok şey borçluymuşuz size.
Yaşantınızla bize öğrettikleriniz yetmiyormuş gibi şehadetinizle de hala bize öğretmenlik yapıyorsunuz.
Sizi anmadan geçmek vefasızlık olurdu oturduğum yerden mazinin güzelliklerine dalınca.
Yüreğim sıkıldı ansızın ve ezan sesi camiyi sığınak kılarken, İstanbul’un dağdağalı gürültüsünden kaçıp dostların hayallerini, güzel simalarını hatırlayıverdim aniden.
Gittiniz ve bıraktınız cevrü cefası çekilmeyen bu dünyada bizleri.
Size karşı vefamız, davamıza her hâlükârda her zaman sahip çıkmanın onuru, gururu ve şuuru ile hayata tutunmaktır.
Geriye kalan dostlarla yolunuzda yürümektir, yürüyebildiğimiz kadar…
Kanlarınızla suladığınız bu topraklarda sizler, ruhlarıyla özümseyene dek baharı müjdeleyen çiçekler olarak hazan mevsiminde toprağa ekilen tohumlarsınız.
Azizler! Kasım’da aşk başkadır.