İbn-i Abbas “Halka hayrı öğreten bir kimse için herşey af diler, hatta denizdeki balıklar bile.” demiştir.
Bu hayrı öğretenlerin başında alimler yani bilenler gelmektedir.
Toplumun iyiye yönlendirilmesinde, kötülükten alıkonulmasında ve iyiliğin yayılmasında öncü rol, alimlere düştüğünden dolayı sorunumuz da budur.
Yani ilim ve erbabını buluşturamamak…
Elbette ilim, sadece üniversitelerde yahut medreselerde öğrenilmez; zira her ikisi de ilmin bir kısmını öğretir.
Allah’a götürücü ve insanları iyiliğe sevk edici olan ilim, müspet ve menfinin mezcedilmesinin zamanla kişide kemalat olarak birleşmiş halidir.
Mevlana, ilmin birinci basamağının kibir ve gurur olduğunu söyler ki; bu aşamada az buçuk okuyanın başının göğe değdiğinden bahseder.
Son basamağının ise tevazu olduğunu belirtir ki; ilmi seviyesi yükseldikçe bilmediklerinin bildiklerine oranla ne kadar çok olduğunu idrak derecesinde olduğu görülür.
Bu yolculukta yolculuğun bitimini beklemek yolcuya/alime zarar verir.
Harcanması gereken ilmin hamalı değil, tebliğcisi olduğunu bilmelidir.
Okulu/medresesi, tezi, doktorası ve ihtisası bitirip sonra insanlara hakkı/hakikatı anlatmayı hedefleyenler, şeytanın kendilerine şağdan yanaştığı kimselerdir.
İlim, dağıtıldıkça artan bir fazilet olduğundan dolayı bu gerçeği bilmeyenler, onun hamalı olmaktan başka bir iş yapmazlar.
Bu yaklaşımın bizi topluma karşı sorumlu olmaya itmesi gerekirken ‘ilimde cimrilik, toplumsal felaketi beraberinde getirir’ acı gerçeğini unutuyoruz.
Hafızlık ve Arapça medreselerimizin yarının alt yapısını oluşturan, ilahiyatlara ve İslamî ilimlere geleceğin alimlerini gönderen kurumlar olduğunu bilmemiz lazım.
İlim yolunda eziyet, hakaret ve ızdırap çekmenin ilimde kalıcı etkiler bıraktığını İmam Şafii ve İbni Hacer gibi nice alimlerin portrelerinde görüyoruz.
Yokluk içinde öğrenmekle eğitimini tamamlayanların, toplumun ihtiyacını bilenler olduğunu ve buna göre etrafına ilmin kokusunun yayarak insan yetiştirdiklerini görüyoruz.
Lakin eziyet ve yokluğu yahut imkansızlığı, pişmenin diğer adı olarak görmeyip sürekli sorumluluktan kaçma bahanesi görenler, dünyalarını mamur etseler de ahiretlerini etmezler.
Bu aşamalardan geçenler insanlığa yön veren eserler ve fikirler üretip parmakla gösterilenler olmuşlardır.
Medreselerimizi ve ilmin izzetini üstün tutan bilinci, çocuklarımızın önünü açarak verebiliyor muyuz?
Çevremizi ve yakınlarımızı bu kurumlarımıza teşvik ederek bir nevi katkı sağlıyor muyuz?
İlmin genç ve yeni öncülerinin önünü çağın ve insanlığın ihtiyaçlarına göre açmak, katkıda bulunmak görevimiz olmalı değil mi?
Neden bu soruları dile getiriyoruz diye düşünürseniz, dün İttihadul Ulema’nın bünyesinde uluslar arası olarak yapılan “Alimler Buluşması” toplantısının hatırlattıklarıdır diyebiliriz.
Afganistan’dan Filistin’e, Libya’dan İran’a birçok alimin katkı verdiği bu toplantıya, yarın bu kurumlardan gençlerin de ilham verecek olması ümidini diri tutmanın sorumluluğudur.
Bu ümidin yeşermesi ve yarınları ihya etmesi dileğiyle…