Her ayrılık bir hicrettir. Her hicret geri dönüş için bir güçleniş, direniş ve disiplindir.
Meyve fidelerinin yetiştirildiği yerlerden sökülüp tarlalara götürülmesini hep düşünmüşümdür.
Neden sökülüyorlar yerlerinden acaba?
Yok olma adına mı yoksa yeniden bir başlangıç yapma adına mı?
Hicret bu yönüyle ister Mekke’den Habeşistan’a/Medine’ye, ister ruhun irfanla yükseleceği atlas enginlere olsun yeniden başlangıçtır.
Filizlenmek ve büyümektir inadına, zulme ve zalime karşı.
Filiz halinde ezilmemek için fidan olup meyveye durmaktır.
Yerinden koparılan ve yurdunda gördüğü zulüm dolayısıyla uzaklara düşen her mazlumun, kendisi olmasa da istikbale attığı tohum büyüdüğünde, “dava” emeline ulaşmıştır.
Nazlı ve naif olan muhacir, bu işin emelini gerçekleştirmede birinci derece rol sahibidir.
Mekke, zulümle abad iken hicretin meyvesiyle mamur oldu. Medine, şirkle iç içeyken hicretle hayat buldu. Hicret, su misali sadece gönüllere değil, beldelere de ab-ı hayattır.
Hz. Esma’ya ümit veren, işte bu hicrettir. Hz. Ömer’in “Hicrette biz, sizden öndeyiz…”ifadesinde kırılan naiflik, soluğu Hz. Peygamber’in yanında almasına sebep olur. Şikâyeti bellidir. ‘Aranızda Allah’ın Resulü vardı. Açlarınızı doyuruyordu. Bizse uzak olan Habeş ülkesinde yalnız ve kimsesizdik. Bunu sadece Allah ve Resulü için yapmıştık.’
Ne kadar içli ve hassas, ne kadar nazlı ve duyarlı bir yürek... Muhacir bu işte, hicret edip çile ile yoğrulmuş ve fisebilillah katlanmış yokluğa, acıya, derde, kedere… Eşten, aştan, işten ve sevdiklerinden uzağa…
Hz. Peygamber, bu naifliği üzmez. Umut olur, rahmet yağmurları gibi sadra şifa sözler döküler dudaklarından: “Bana sizden daha yakını yoktur… Sizin iki hicretiniz var.”
Ve bir ömür hatırlanıp çekilen tüm sıkıntıların yok olduğu iftihar edici sözleri, Hz. Esma bir ömrün övüncü olarak yazar hanesine.
Asrımızın ve yaşayan muhacirlerimizin hicreti, bu meyanda bir içeriğe sahiptir. İster Avrupa ister yeryüzünün herhangi bir noktası… Götüren dert, “dava” derdi; götürülen, davanın hicreti… Geriye verilen mesaj, bir ömür hicretle sulanan geride kalanlara bırakılan “dava” gibi mirastır.
Söküldüğü tarlada değil, hicret tarlasında boy boy meyveye duran muhacir; sen memleket diyarında fidan yetiştiren bir bereketlesin. Sen geride kalanlara umut, gönüllere şifa ve gözlere nur oldun. Meyveye duran fidanları, sen yeşerttin de tevazu elbisesine büründün. Zaten sen, hiç gitmedin ki… Yanımızda, başımızda, her anımızda vardın. Anıldıkça adın hüzne boğan bir tebessümle gülümseyiverdik…
Hicret bu mu garibim, bilemedim? Lakin seni de unutamadım? Adını gözümden süzülen bir damla yaşta ansam da varlığından güç aldığımı inkâr ne mümkün! Tutunduğum umudum ve dalımsın. Sen sadece hicretin çocuğu değilsin. Ümidimiz ve istikbale atılan imzasın.
Hicri yılın 1444. yılına girmiş bulunmanın bereketiyle, hayırlı olsun kıymetli okuyucular…