Geçenlerde İstanbul’un Anadolu tarafında bir taziyeye navigasyon ile giderken, aniden bir caddeye çıktım. Gözüme çarpan ilk şey ABDULKADİR UDEH CADDESİ yazan tabela oldu. Doğrusu düşünmeden edemedim. Yüce Allah, Müslüman Kardeşler Cemaatinin bu nazenin şehidine rahmetiyle muamele etsin. Acaba kaç tanıyanımız kaldı böylesi mücadele adamlarını? Şu sözü unutulur mu?
“Eğer bizler de hakkıyla iman edip akidemizin istikametinde hareket edersek, ilk Müslümanları galip ve aziz kılan yüce Allah, elbette ki bizleri de aziz kılacaktır. Bu, Allah'ın bize vaadidir ve vaadini Allah'tan daha iyi kim tutabilir?”
“Mukayeseli İslam Ceza Hukuku, Evlatların Cehaleti ve Âlimlerin Acizliği Karşısında İslam, İslam ve Yürürlükteki Kanunlar, İslam ve Siyasi Durumumuz, İslam'da Mal ve İdare” gibi müthiş eserleriyle İslam kültür külliyatına, şehitliğiyle beraber kalıcı bir miras bırakan yegâne bir şahsiyettir. Ne diyordu kıymetli şehidimiz “İslam ve Yürürlükteki Kanunlar" adlı eserinin "Kanun Kusura Bakmasın" başlığı altında?
“Dünyanın her tarafında bulunan biz Müslümanlar, İslam’a bağlıyız. İslam’a olan bu bağlılığa tutkunuz. Bu şerefli ve ilahi bağlılıkla da kıvanç duyarız. Fakat bizler -maalesef- İslam hakkında çok şey bilmemekteyiz. Çoğumuz İslam gerçeklerinden haberdar değildir. İslam, dillerimiz ve sözlerimizde yer tutmakla birlikte, kalplerimizde ve amellerimizde hemen hemen hiç yer işgal etmemektedir.”
Buna rağmen Müslüman Kardeşler’in kapatılması arzusu karşısında Cemal Abdunnasır’a taviz vermedi. Aralarında şu konuşmalar geçti:
-Bu karardan vazgeçmen hem sizin hem de Kardeşlerin menfaati icabıdır.
-Müslüman Kardeşler kaç milyon? İki mi üç mü? Ben bu milletin üçte birini feda etmeye hazırım. Bugün yedi milyon olduğunu söyleyen Müslüman Kardeşleri yok etmekte asla tereddüt etmem.
-Yedi milyon insanı bir kişi için mi feda edeceksin? Sen kendi malını feda edebilirsin… Fakat bu millet ise evlatlarını asla!
Bu konuşmadan sonra Müslüman Kardeşlerle Nasır’ın arasındaki tüm bağlar koptu. Bu doğrultuda mücadelesini durmadan devam ettirirken gerçeği şu sözleriyle tespit ediyordu:
“Doğrusu üzerimde büyük bir sorumluluk hissediyorum. O da beşerî hukuka karşı mazeretimi ortaya koyma mükellefiyetidir. Hukuka karşı mazeret beyan etmek için benim gibi bir hukukçudan daha evla kim olabilir? Çünkü hukuku açıklamak, tatbik etmek, zihinlere yerleştirmeye çalışmak saldırı ve tahripten kurtarmak benim gibi hukukçuların vazifesidir. Fakat ben kanuna karşı mazeretlerimi beyan edip karşı çıkıyorum. Kanundan, nizam olması itibariyle özür diliyorum; ancak döküldüğü kalıplar, dayandığı köksüz prensipler bakımından onu reddediyorum. Ona hücum etmeyi bir vazife biliyorum. Çünkü kanun; kanunluktan çıkmış, hakkı haykıranları susturmak için bir vasıta haline gelmiştir. Doğru söyleyenleri esaret zincirleriyle kelepçeleyen, hapishane hücrelerinde çürütmeye mahkûm eden bir tağut olmuştur."
Netice itibarıyla Nasır’a suikast yalanıyla içlerinde Seyyid Kutub’un da olduğu altı kişilik bir grupla idama mahkûm edildi. 1954 yılının 9 Ocak’ında idam sehpasına giden bu engin ve seçkin ruhlu öncü insan, şu sözleriyle tarihe imza attı:
“Benim kanım Nasır ve arkadaşlarına lanet okuyacaktır. Benim için yatağımda ölmekle düşman elinde esir olarak ölmek arasında fark yoktur. Şimdi Yaradan’ıma doğru gidiyorum. O’na ulaşacağım. Şüphesiz ki Allah’ın laneti zalimlerin üstünedir.”
Bir cadde adının bana hatırlattıklarından yola çıkarken İslam kültür külliyatında acaba unuttuğumuz kim bilir nice şehid ve nice bahadırlar vardır. Rabbim öncülerin yolunda yürüyenlerden kılsın.