Yaşanan süreç kadar ibretengiz bir zaman dilimi olmasa gerek.

İnsanlar maddi sıkıntılarını o  kadar çok hayatın odak noktasına yerleştirmiş ki, kendinden başkasını görmeyecek derecede aç gözlülük, hırs ve öfkenin cenderesinde kıvranıp duruyorlar.

Gerçek sıkıntı yaşayanların sesini bastıran bir avaz, almış başını giderken samimiyet en pişkin haliyle sırıtıverdi.

Döviz düştü ve fiyatlar buna paralel düşmeye başladı, insanlar ise aval aval bakıp duruverdiler.

Hızla yükselen fiyatların hızla düşen ahlaksızlığı sürüklediği kadar, tersine bir devinim yaşanmadı bu memlekette.

Toplumsal bozulmuşluk, dövizin hızını da geçen bir hızda yol alıyor.

Şikayetler boyumuzu aşsa da herkes sihirli bir değnek bekliyor.

Kimse bu işte aç gözlülüğünün payı olduğunu kabule yanaşmıyor.

Kiralar arttığında ev sahipleri, fiyatlar arttığında marketler, yakıt arttığında pompa işletmeleri ve her artandan kazancı olan da içten bir sevinme olurken, halk ile empati yapmamanın katı kalpliliği düşündürüyor.

Elbette baştakilerin görevi bu empatiyi temin etmek olmalıdır.

Lakin bizim de toplumun bir ferdi olarak /hele bilinçli bir Müslüman olarak komşumuz, akrabamız, insanımıza karşı merhamet ve vicdanı kuşanmamız gerekmez mi?

Dürüstlük, bize bu zamandan daha fazla  hiç lazım olmadı.

Başkasını düşünme, bu andan daha çok gerekmedi.

Vicdan, en çok bu dönemde iş görecekti.

İnsanımızı kandırmanın adı uyanıklık, hilenin adı aç gözlülük, yalanın adı ticaret ve haramın adı kazanç oldu.

Şikayetler artınca evimizde huzur kalmadı.

Kanaat unutuldu ve gönüllere hırs çöreklendi.

Biz, böyle değildik, böyle bir ahlakımız yoktu.

Bozulmak işte buna derler, bu gidişata derler, bu anlayışa ve bu yaklaşıma derler.

En acısı bunun en büyük fakirlik olduğunu bilmeden sanal bir zenginlik arzusunda kör heveslere boğulmak olduğunu bilmemenin hırsıdır.

Biraz tevazu, biraz kanaat, biraz şükür, biraz otokontrol bize iyi gelecek.