Göz, gördüğüne vurulur derler ya; aslında nefsin emrine, midenin arzusuna meftundur.

Belki de onlara kameramanlık yapmaktadır.

Yolladığı görüntüler iştahı ve arzuyu nefse hoş gösterir de peşinden koşturur durur.

Güzel bir yemek, gösterişli bir alışveriş, iyi bir fiyaka, işleri sözde yoluna koyan süslü yalanlar anlık kötülüğün çekim alanları olarak gaflet ile örtülüdür.

Ramazan dışındaki zamanın bu arzularla yatıp kalkmasını zirve olarak nitelesek de oruç, tüm bunlara gem vurma fırsatının olduğu zaman dilimidir.

Şeytanları bağlayarak bize yardım eden Yüce Allah, insi ve nefsi yoldan çıkarıcı arzular cephesini zayıflatmıştır.

Bu cephenin lojistiği azaldığı için biraz irade sergilemenin ve biraz sabırla yoğrulmanın getireceği kazancı düşünen bir Müslüman, dirençle iman cephesini üstün getirecektir.

Düşünün; orucunu namazsız, Kur’an’sız, sürekli uyumak ve sosyal vasıflarını ilerletmeyerek zamanın ve ayın ruhuna aykırı bir süreç yaşamak…

Ne kayıp ama...

Bir farkındalık ayı olan Ramazan’ın hayatımızda da farkındalık oluşturmaması olabilir mi?

Vurana elsiz, sövene dilsiz bir tabiatla insani ilişkilerin kaynağını “oruçluyum” gerçeğine bağlayan bir yaklaşım; ne güzel bir kazanımdır.

Heybesini, ilahi kelamın “sizden öncekilere yazıldığı gibi” ifadesinin hikmetiyle doldurduğunda topluma gösterdiği “Haza Müslüman” gerçeğinin örnekliği yetmez mi?

Ramazan öncesi her türlü savurganlık ve bencilliği sergileyen bir başıboşluğun bu ayda dizginlendiği bir eğitim zamanı, insanı disipline etmez mi?

Başıboşluk, serkeşlik ve arzu-isteklerin esiri olmanın verdiği rahatlık yoksa artık, demek ki bir atlas iklime girmenin farkındalığını iyilikle taçlandırma süreci başlamıştır.

Öyle bir süreç ki; hayatı ve ruhu törpüleyen, dizayn eden, sınır ve durak noktalarını fark ettiren, Rabbine karşı açlıkla emellerine gem vuran, acziyet ve fakrını dışa yansıtan bir eğitim ayından bahsediyoruz.

Normal şartlarda kibir ve gururda zirve yapan bir kişiliği, tevazu ve alçakgönüllü bir tabiata sokan bu ayın en büyük kazanımı, kişinin kendi kendini kontrol etme iradesiyle donatmasıdır.

OTOKONTROL, bu ayın en büyük kârı, şeytana vurulan en büyük darbedir.

İradesini eline almış bir kişiliğin kendine saygısı, topluma faydası yadsınamaz.

İnsanlığa kalite kazandıran kişiler, disiplinli ve oturaklı kişilerdir.

Düşüncede ve bilinçte kendini öncelemeyen bir yaklaşım, mümince bir yaklaşımdır.

Ben değil biz olmada, toplumun potasında “faydacılık” esasında eriyen bireyler; bu iradeyi gösterirler.

Mum gibi erirken çevresini aydınlatan güzel ahlak sahibi Müslümanlar, menfaat gözetmeyenlerdir.

Toplumun menfaatini kişisel faydasına tercih eden kişiliklerdir.

Elbette oruç, bu otokontrolü kazandıracağından dolayı oruç tutma anlayışında değiliz.

Öncelik Rabbimize teslimiyetin şartsız ve kayıtsız bir şekildeki emri olan “oruç tut” gerçeğine olan itaattir bize oruç tutturan.

Sonra bu itaat ve teslimiyetteki hikmetlerin kazanımlarını bireysel ve toplumsal olarak görmektir.

Önce ilahi rıza sonra fayda…

Önce ruhi sonra bedeni disiplin…

Önce oruç sonra otokontrol…