Renklerin ustası olarak büyük bir ressamın öğrencisi eğitimini tamamlamış. Büyük usta, öğrencisini uğurlarken, yaptığı resmi şehrin en kalabalık meydanına koymasını ve yanına da kırmızı bir kalem bırakmasını, halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı iliştirmelerini istemiş.

Öğrencisi birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde resmin çarpılar içinde olduğunu görmüş. Üzüntüyle ustasına gitmiş. Ustası üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini istemiş. Öğrenci resmi yeniden yapmış. Usta, yine resmi şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş. Fakat bu kez yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde boya ile bir kaç fırça koymasını ve yanına da insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı bırakmasını önermiş. Öğrenci denileni yapmış. Bir kaç gün sonra bakmış ki resmine hiç dokunulmamış. Sevinçle ustasına koşmuş. Usta ressam şöyle demiş:

“İlkinde insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşabileceğini gördün. Hayatında hiç resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı. İkincisinde onlardan yapıcı olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye cesaret edemedi. Emeğini karışığını, ne yaptığından haberi olamayan insanlardan alamazsın. Sakın emeğini bilmeyenlere sunma  ve asla bilmeyenlerle tartışma.”

Neden bu hikayeyi yazma gereği hissettim? Doğruhaber`in  yazarlarına -ben dahil- yapılan yorumları üzülerek okudum. Yanlış anlaşılmasın, üzüldüğüm noktalar eleştiri kültürüne yabancı oluşumuzdur. Olabilir, herkes mevkii, statüsü ve konumu ne olursa olsun, yanlış bir söz kullanabilir yahut söyleyebilir. Önemli olan şey kişinin hata yapması değil, hatasının farkına varmasıdır. Elbette bunun için yazarlarımıza hatırlatıcı yorumlarda bulunmalı ve onları tamamlamalıyız.

Yalnız bunu yaparken kırıcı olmak/davranmak, alayvari bir üslup kullanmak, hatta işi hakaret boyutuna götürmek yapıcı olmak değildir. Hatta yapıcı eleştirinin nasıl olması gerektiğini bilmemenin itirafıdır bu şekilde yorumda bulunmak.

Yine yanlış anlaşılmasın; bu yapılanlar yazarlara karşı yapılmış  da o sebeple dile getiriyorum diye bu yazıyı kaleme almadım. Tanıdığım şahsiyetler, şahıslarına yapılan hakaretlere değil, değerlerine/davalarına yapılan hakaretlere üzülürler. Şahısları önemli değildir.

O zaman ne diye bu yazıyı kaleme aldım? Efendim, lütfen başta Göktaş Hocanın yazılarına yapılan yorumlara ve sonra diğer yazarlara yazılan yorumlara bakınız. Yorumcular birbirlerine adeta dadanmış, birbirlerini kıran, inciten ve küçülten ifadeler yazmışlar. Öyle ki birbirleriyle alay ederek tekfire varacak itham ve suçlamalarda bulunuyor, haklılığını ispat adına açık veya ince ince dokundurmalar ve hakaretler içeren ifadeler kullanıyorlar.

Doğrusu hayretler içindeyim. Olamaz diyorum. Bu yorumları yazanlar, camiamızı takip eden ve sevdalısı olan olamaz. Camiamız, uhuvvet kokan bir amacın peşindedir. Ne oluyor kardeşler? Farkında mıyız yaptıklarımızın? Hani gül tutan ve gül dağıtanın ele gül kokusunun sinmesi yalan mıydı?

Neden yapıcı ve tamamlayıcı eleştiri dururken kırıcı ve kul hakkına giren eleştirilerde bulunuyoruz? Hele hele birbirimizi neden kırıyoruz? Yoksa birileri yorumcular arasına girip de bilerek fitne mi yapıyor? Dikkatli olmalı ve bu meyanda söz, tavır ve ifade geliştirenlere karşı tüm yorumcular elbirliğiyle yapıcı olmayı tavsiye etmeliyiz.

Peki eleştiri yapma hakkımızı kullanmayacak mıyız? Neyi, nerede ve nasıl kullanama hakkımızın sınır ve ölçülerini hepimiz biliyoruz. Eleştirilerimiz, yapıcılığı hedefleyen yorumlar olmalı, kırıcı olmamalı, iyi yönleri daha çok hatırlamalı, hakaret içermemeli, imalı sözler kullanılmamalı, üslup ve ifade tarzı kendimize nasıl davranılmasını istiyorsak öyle olmalıdır. Aslında sorun şu: Birbirlerinin yüzünü görmeden yorum yazmak çoğunlukla buna sebep olsa da eleştirdiklerimiz, karşımızdaymış gibi düşünülmeli ki otokontrol uygulanabilsin.  Zira bin dost az, bir düşman çoktur. Nefsimizin elinde alet olmaktansa dostlarımıza paspas olmak tercih edilmelidir.

Güzel söz ve güzel bir üsluptan kimseye zarar gelmez. Düşünün ki bir damla bal, bir galon ziftten daha fazla sinek topluyor.

Bu sebeple tavsiyem, karşılıklı tartışmalarda ve yorum yazmada, hakikat ortaya çıksın diye bir amaç varsa Allah elbette doğruyu kalbimize ilham ettirecektir. Şayet gaye farklıysa Allah bizi ıslah etsin demekten başka bir şey bilmiyorum.

Bu arada geçen haftaki yazımdan dolayı beni uyaran kardeşlerden Allah razı olsun, Eksiklerimiz elbette bundan sonra da olacaktır. Zaten kendimden çok size güveniyorum. Siz, bizi doğrultmalısınız ki ayakta kalabilelim. Fakat birbirinize karşı daha pozitif yaklaşmanız sizlere daha çok yakışıyor. Ben en azından böyle bir okuyucu kitlesi hayal ediyorum.

 Bir ufak hikayeyle bitireyim: Yolda yürüyen bir adam için rüzgar ve güneş bahse girişmiş, üzerindeki ceketi kim çıkartacak diye. Rüzgar esmiş, gürlemiş, tozu dumana katmış; ama nafile. Adam ceketine daha sıkı sarılmış. Sıra güneşe gelmiş. Tatlı bir sıcaklık yaymış etrafa. Ortalık bir güzel ısınınca adam belini doğrultmuş. Derin bir oh çekmiş, ceketine davranmış ve çıkartıvermiş. “Gördün mü?” demiş güneş rüzgara. “Nezaket ve dostluk kabalıktan daha güçlüdür.”

Bu vesileyle bayramınızı tebrik eder hayırlara vesile olmasını yüce Allah`tan dilerim.