Gündemden düşmeyen gündem, Ayasofya Camiî’dir. “Aya” kelimesi “Kutsal”, Sofya” ise Yunancadaki Sophos kelimesinden gelen “Bilgelik” anlamındadır. Dolayısıyla “Kutsal Bilgelik” anlamında olan Ayasofya, müzelik haliyle ne bir kutsallık ne de bir bilgelik arz ediyordu.
İtiraf etmek gerekirse Yunanlılar dahil olmak üzere müze kalmasından yana dem vuranların hepsi, gizli kilise aşıkları gibi davranıyorlar. Gerek bu aşıkların yerlileri olsun gerek yabancıları olsun aslına rücu olmasıyla niyetlerini ve kalplerinde olanları dilleriyle dile getirmelerini tebrik etmek gerekir diye düşünüyorum. Açık ve net oldukları, eğri büğrü söylemedikleri için…
Kalplerindekini yedi kat sözlerle sarıp sarmalayan ve bir türlü ne İsa aleyhisselama ne Muhammed aleyhissalatu vesselama yaranamayanlar ise laf kalabalığı yapmaktan başka bir işe yaramadılar.
Kalplerinde aşk olan ve içinde Allah’ın adını anmak için mescitlere koşanlar ise mahşer provası yaparcasına her sokaktan her caddeden seller gibi akıp sevdalarına kavuştular. Herkesin yüzü gülüyor herkesin gözlerinden mutluluklar akıyordu.
Kimse sıcağı, susuzluğu, açlığı umursamıyor; minarelerden yükselen “Hoş Sada”yı bekliyordu. Kulaklar pür dikkat kesilmişti. On beş dakika boyunca dört minareden dört müezzin Batı medeniyetinin çirkin yüzüne Allah’ın yüceliğini anıp durdu. Ezan demek, hazirunun gözlerinden akan yaş, kalplerine dolan sürurdu.
Bazılarının ise kalplerindeki kin ve öfke cehennem misali fokur fokur kaynayıp taşıyor gibiydi. Öyle ki bu kin Yunanistan’ı geçip Avrupa ve Amerika’yı da içine alacak kadar taşmıştı. Ne çare ki asıl altında ezilenler yerli kindarlardı. Hangi televizyonu, gazeteyi, haber sitesini açsa, gözleri mahşerî manzarayı görüyor; çıldıracak gibi oluyorlardı. Neticede kılınan namaz sonrası kılıçlı bir mesajla iş bitmişti. Bu kılıcın verdiği mesaj, İngiltere Kraliçesinin veya Prenslerinin “Seni Şövalye ilan ediyorum” mesajları için sağ-sol omuzlara ve başa konularak kutsayan kılıç değildi. Buna rağmen verdiği şok, kalplere saldığı korku daha fazla ve etkiliydi.
Asıl korku belki de Ayasofya’nın aslına rücuu değildi kanaatimce. Asıl korku yeniden uyanış veya diriliş tohumlarının bu halkın kalbinde neşvü nema bulma telaşıydı. Gittikçe kalplerimizin sahipliği iddiasında bulunan, üzerinde güneş batan batı medeniyeti, bu iddiasının çürümesinden, bilinçlenen ve kutsanan halktan, bilgelenen insanlarımızdan korkmasıydı asıl korkuları. Tüm kinlerini kusmaları, saldırmaları ve yerli zihniyetiyle beraber kinlerinde boğulmaları bundandı.
Artık bir çığır açıldıysa, komplekse girmenin ve zillete bürünmenin anlamı yok. “Kutsal Bilgelik” en güzel şekilde bu halkta ve bu topraklarda yayılacak, gönüllerde yeşerecektir. O günlerin bir an önce olması dileğiyle…