Her ne kadar gündem Ayasofya’nın Cami olması ve buna bağlı tepkiler olsa da bu tepkilerin bir kısmı ironiye kaçmış gibi. Muharrem İnce’den bahsettiğimi okuyucular anlamış mı bilmiyorum? Ne demişti sayın İnce, Ayasofya’da kılınacak ilk Cuma namazı için: “…Davet olursa icabet ederim.”

Siyasilerin meşhur gafları ironiye takılıyor zaman zaman. Fakat bu belki de bilinç altının yansıması olarak gafa dönüşüyor. Çünkü Cuma ve namaz için davete gerek olmadığı aşikardır.

*

Bu nükteden hareketle CHP’nin hele de Kılıçdaroğlu’nun siyaseti bir çıta boyu daha yüksek tutması, bu günlerde daha bir anlaşılıyor. Bakınız Ayasofya’nın cami olmasında hiç itirazı olmadı. Milletvekillerinden de pek bir tepki çıkmadı. HDP kadar rest çekecek tavır sergilemedi. HDP’nin üç milletvekili, tepkilerini ve seslerini sosyal medyada Ayasofya’nın Kiliseye dönüştürülmesine kadar yükselttiler. Fakat sosyal medyada ayrıca özüne yabancılaşmanın örneği olarak bunun ötesinde bir çirkeflik almış başını gidiyor.

Değerlerine bu derece yabancılaşmış bir zihniyet, yavaş yavaş insanımızı ve gençliği emiyorsa sorumluluklarımızı daha çok hatırlamak gerekmez mi?

Bizim rengimiz, bizim emeğimiz, bizim gayretimiz; toprağımıza, ruhumuza ve kalbimize ne zaman bize özgü katkıyı verecek?

Ne zaman bizi biz yapan; inancını, değerlerini özüne nakşeden bir kimliğe büründürecek?

Bu kimlik ne milliyetçilik ne muhafazakarlık ne de laikliktir. Bu kimlik, üzerine birçok milletin gayretiyle konuşlanan “İslam medeniyeti”dir.

Kabul edelim ki içimizde İslam ile sorunları olan ve sesleri bizden daha çok çıkan bir ikiyüzlü bir topluluk var. İçlerinde çok azı hariç, seslerini suret-i haktan yükselterek adalet, eşitlik ve özgürlük kavramları arkasına sığınarak asıl niyetlerini gizliyorlar.

Hususen Sosyalist olduklarını sosyalizmi savunduklarını dışa vurmayanların rüzgarına kapılanlar, değerlerine yabancı olan kavramları, ifadeleri ve tavırları hayatın ana öğeleri olarak sahipleniyorlar.

Mesele kendilerinin deyişiyle Ayasofya meselesi değil, sen hala anlamadın mı? Mesele medeniyetler savaşıdır. Samuel Huntington her ne kadar bunu “Medeniyetler Çatışması” olarak lanse etse de boyun eğmeyenler ile efendilik taslayanlar arasında bir Doğu-Batı çatışması devam ede gidiyor.

Bizi bozmaya değerlerimizden, inancımızdan, kültürümüzden ve örfümüzden uzaklaştıran zihniyetler toplumsal yapımızı LGBT+ gibi ifsat kurumlarını karşılıksız fonlarla destekleyerek emellerine ulaşmaya çalışıyorlar.

Madde alanında bu girişimler mana alanında da zihinleri Deist, Sünnet inkarcısı, Mealist ve ırkçı maskeler altında yağmaya girişmişler.

Kibir, gurur, kendine yabancılıktan doğan mankurtlaşma; ölçüsüz, seviyesiz ve yapıcı olmayan eleştiri, aşırı ve yanlış güvenden doğan bana karışamazsıncılık anlayışının kişiliksizleştirdiği karakterler…

Elinden telefonu çekip aldığında sudan çıkmış balık misali apışıp kalan….

Topluma karışmaktan korkan, odasından çıkmayan, üreten/kazanan değil kene gibi ailesinin sırtından geçinen…

Tüm bu özellikleriyle hala değerlerine yabancı olduğunun bilincinde olmayan Z Kuşağı nesli, inancını özümsemediği müddetçe köleleştiğinin farkında olmayacaktır.

Özgürlüğü yanlış yerde arıyorsunuz. Kuşların kanadında değil, ruhların ve kalplerin yüceliğinde özgürlük vardır. O yücelik ise Allah korkusundandır. Ne demişti Akif:

 

Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;

Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.

 

Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havf-ı Yezdân'ın,

Ne irfanın kalır tesiri katiyen, ne vicdanın.