“İstanbul Sözleşmesi”ne yönelik toplumsal tepki artıkça, hükümet cenahından da bazı söylemler/sesler yükseliyor. Her ne kadar bu durum, iyiye işaret olarak yorumlansa da gönüllerde hep bir işkillenme var. Bu şüphe “acaba’lar...” ile süslenmiş olduğundan endişe olarak büyük bir sessizliğe yani sessiz çığlığa dönüşmüş.

Siyasilerin TBMM’de oy birliği ile kabul ettikleri bu sözleşme 24 Kasım 2011’de AK Parti, CHP, MHP ve BDP’nin oylarıyla kabul edildi. Bu sözleşmeyi zamanın Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Türkiye adına imzaladı. Sahiplendi, hatta “şahsi mesele”si gibi hareket etti. Meclis Başkanı Cemil Çiçek “Şahsi kanaatim sözleşmenin bir an evvel Genel Kurul’dan geçmesi…” diyerek sürece yardımcı oldu. O zamanlar Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, Cemil Çiçek’le konuşup meclis desteğini aldı. Özellikle kadın sivil toplum örgütlerinin de desteğini ihmal etmedi.

11 Kasım 2011’de Başbakan olan Erdoğan imzaladı. 24 Kasım 2011’de ise TBMM’de görüşülüp bahsi geçen parti, kurum ve örgütlerin desteğiyle oybirliğiyle onaylandı. AK Parti adına yaptığı konuşmada Nurettin Canikli ise bu “başarı”dan “onur” duyduğunu söyledi.

Bunları yazmamızın nedeni “İstanbul Sözleşmesi” diye bilinen ve Erdoğan ile Numan Kurtulmuş’un kaldırılması hakkında topluma umut veren bu sözleşmenin nasıl kabul edildiğini hatırlatmaktı.

Toplum, sosyal medya veya basın yayın yolu ile tepkilerini ve sözleşmenin içeriğinin ne tür sonuçlar verdiğini dile getirince iktidar, yeni mi sakıncaları görüyor?

Aklıma; düşünmeden, tartışmadan, ölçmeden, biçmeden iktidarı ve muhalefeti hatta kurum ve örgütleriyle nasıl bir yanılgıya düştüğümüz geliyor da acaba diyorum, henüz bilmediğimiz ve apar topar hangi maddeler ve kanunlar geçti?

Bu topluma bu reva mı?

Sözde okumuşlar, vekiller, aydınlar… bu sözleşmeyi bir Rusya, Macaristan veya Azerbaycan kadar da mı düşünemedik?

Bu toplumun temel dinamiklerine, örfüne, kültürüne, gelenek-göreneğine ve inancına aykırı olduğu hiç mi düşünülmedi?

Milli Eğitim Bakanlığına İstanbul Sözleşmesi çerçevesinde ETCEP(Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi), Üniversite sınavlarına girişte ise malum soru gibi hiç de masum olmayan yaklaşımlar, bu toplumun DNA’sıyla oynamaktır.

Dikkat edilirse 18 yıllık AK Parti iktidarı özellikle iki “Bakanlık”ta sınıfta kalmıştır: MEB ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı… Bu iki bakanlığa Sağlık ve Ulaştırma kadar değer verilseydi, yeni nesil, ifsatlara maruz kalmazdı.

Sağlıklı olmayan yaklaşımlar konusunda iktidar kimseden çekinmemeli ve toplumsal yapımıza uygun olacak adımlar atmalıdır.

Gittikçe nefret söylemleri, ayrımcılık, kadına yönelik şiddet, aile içi şiddet, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi söylemler; toplumsal yapıyı bozmayı hedef alan bir emelin kavramları olarak tescillenecekler. Temelinde “ADALET” olan yaklaşımlar toplumun kalbini okşayan, ruhunu doyuran yaklaşımlar olacaktır. Kendi toplumsal sorunlarımız, diğer toplumların yapısındaki yaklaşımlarla çözülemez.

       İktidarlar bu gayeyi hedeflemezse bizler daha çook ‘İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza mahkemeleri usulü yasasınca yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen’ çelişkiler yumağı olarak yaşayacağız.