İç siyasette seçimlere doğru gittikçe saflar yavaş yavaş belirginleşmeye başlıyor. Saadet ve İyi Parti neredeyse anlaştılar. AK Parti ve MHP zaten bir saf olmuş durumda. Geriye CHP kaldı. HDP`li yöneticilerden bazılarını kendi toplantılarına başkan seçmeleri, gönüllerinde HDP ile birleşme arzusunun olduğuna işaret olsa da bunu hemen açıklayamıyor, zamana yayıyorlar. Elbette şu anda HDP ile yanyana görünmenin siyasi baskısının ne getirip götüreceğinin analizini yapıyorlar. Tabanlarını buna hazırlamak için 81 ilde toplantılarını devam ettirecekler.
Burada asıl olan şudur ki Kılıçdaroğlu da henüz siyasi gerçekliğe hazır değil. Yeni sistem ve ilgili düzenlemeler yapıladururken bunu kabullenememesi, seçimler konusunda kendini halka anlatamaması hazır olmaması diye yorumlanıyor. Her ne kadar içlerinden en az 5 veya 50 aday çıkarabilecek güçte oldukları, siyasi kulislerin fısıltıları arasında geçse de hiçbir aday Kılıçdaroğlu`nun aday olması kadar etki etmez.
Düşünsenize Erdoğan aday olacak, Kılıçdaroğlu da başka birini aday gösterecek. Bu mantıklı bir siyasi atılım olarak halk tarafından görülmez. Bu memleket daha önce dışardan atanan bir Sezer örneğine şahit oldu. Dönemin Başbakanı Ecevit`e fırlattığı anayasa kitapçığıyla ekonomi ve siyasi hayat dibini gördü. Faraza CHP`nin adayı kazandı dersek, eski sistemdeki gibi simgesel bir role sahip olmayan Cumhurbaşkanlığı makamına oturup da Kılıçdaroğlu`nun/CHP`nin minnetine mi girecek? Acaba kaç defa “seni oraya biz seçtik” sözüne tahammül edecek? Yoksa tepesi attığında anayasa kitapçığı mı fırlatacak?
Kılıçdaroğlu yeni siyasi gerçekliği kabul etmeli ve aday olduğunu açıklamalı. Aksi durumda partisi içinde de sorunlar oluşacak, seçim hızından geri kalacaktır. Herkes bilir ki CHP çok adaylı bir bölünmeye hep gidiyor. Çok seslilik diye yorumlansa da esas olan namaz için cemaate bir imamın lazım olduğunu unutmamaktır. Tabi namaz kılmak istiyorlarsa…
*
Erdoğan`ın sanatçılarla yaptığı karakol ziyaretine Kılıçdaroğlu`nun “reziller” diye söylediği ve diğer sözler, herkes tarafından tepki çekti. Kılıçdaroğlu`nun kendini frenleyemeyen bu sözleri Erdoğan ve diğer siyasilerin tavırları hep dikkat çekmek istediğimiz “hakaretsiz siyaset” arzumuzdur. Yeri ve zamanı gelince bu sözleri söyleyenler de “hakaretsiz siyaset”i savunan açıklamalar yapıyorlar. Meydana indiklerinde ise halk nezdinde prim yapma adına birdenbire kükreyiveriyor, söylediklerini unutuyorlar. Halkı kazanmak adına halkın gözünden düşenler bunun farkında değil mi?
Daha iki hafta önce bu konuyu yine gündeme almış ve köşemde şöyle demiştim: “Her ne kadar Türkiye`deki siyasi partilerin ilişkileri, sürekli sertlik ve polemik üzerine kurulu olsa da bu seviyeyi gittikçe artırıyor, dozajı düşürmüyorlar. Baksanıza hafta içinde yaptıkları basın açıklamaları veya verdikleri demeçler, konuşmalar yetmiyormuş gibi Salı günleri Mecliste yaptıkları grup toplantılarını adeta dört gözle bekliyorlar. Sözde gruplarına konuşan başta Cumhurbaşkanı olmak üzere Kılıçdaroğlu ve diğer parti başkanlarının örnek(!) hitapları herkesin malumu. Siyasette galiba en iyi savunma saldırı olmuş. Çıtayı (hakarette) hep yüksek tutan bu anlayış ne zaman sorgulanacak veya nasıl bir getirisi olacak demeyelim. Anlaşılan faydası var ki siyasilerimiz bu konuda hep ilerici(!) oluyorlar. Dilimizin söylemeye varmadığı yeni yeni hakaretler üretiyorlar.”
Demek ki okumanın, kariyer veya statü sahibi olmanın hakaret etmekle bir ilgisi yokmuş. Beyler siz hakaretlerinize devam edin. Millet de size gülsün.