Önce Dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ardından Aile ve Sosyal Politikalar bakanı Fatma Betül Sayan`a getirilen giriş yasağı, onları dinlemeye gelen Türkiye vatandaşlarına yapılan atlı - itli saldırı ülkenin, hatta dünyanın gündemine oturmuş durumda.

Hollanda`nın bu küstah skandalı karşısında Türkiye`nin tamamına yakını izlediğiniz gibi haklı olarak ayağa kalkmıştır.

Medyayı izlediğinizde bir konuda hiç bu kadar çoğunluğun aynı cephede yer aldığını görmediğinizi anlarsınız.

Böylesine Batı düşmanlığına, Avrupa karşıtlığına maşallah dersiniz. Sadece dindar kesim değil, büyük oranda batılı bir hayat tarzı yaşayanlar da bu karşıtlıkta yerlerini almış vaziyette.

Kimileri hemen ilk etapta Türkiye`ye yapılan bu çirkin davranışın karşılıksız bırakılmaması, hesabının sorulması, mutlaka etkin yaptırımlar uygulanması gerektiğini istemekte,

Kimileri daha geniş açıdan bakarak Batı ile ilişkilerin tamamen gözden geçirilmesi, Avrupa Birliğinin kapısında beklemeye bir son verilmesi, Nato`nun sorgulanması gerektiğini istemektedirler.

Söylediğimiz gibi, Batı karşıtlığı, Avrupa düşmanlığı tam anlamıyla zirve yapmış durumda. Aynen Batıdaki İslam ve Türkiye düşmanlığının zirve yaptığı gibi.

Peki, bizim bu Batı karşıtlığımız gerçekçi midir? Sahih bir zemine oturuyor, ayakları yere basıyor mu? Ne kadar sürdürülebilir, geçici midir, kalıcı mıdır?

Bu soruyu sadece Türkiye`de batılı hayat tarzı sürenleri göz önünde bulundurarak değil, dindarından milliyetçisine bütün kesimleri göz önünde bulundurarak soruyoruz.

Önce elinize bir kâğıt kalem alın, internete girin, her bir Avrupa ülkesinin ismini yazarak onlardan neler satın aldığımızı ve neler sattığımızı madde madde yazın. Özellikle her bir ülkeden gelen turist sayısını ve bıraktıkları dövizleri yazın. Sonra bunu dünyanın diğer ülkeleriyle kıyaslayın.

Hem mesele sadece ticaret ve turizmden ibaret de değil, isterseniz biraz da İslami açıdan bakalım.

Batıda çok ciddi İslami yapıları hangimiz görmezden gelebiliriz? Başta Diyanet olmak üzere her bir camianın yüzlerce mescid ve derneğini. Özellikle son kırk yıla damgasını vuran Avrupa Milli Görüş Teşkilatlarını unutuyor musunuz?

Sizi çıkmaza sokmak, elinizi kolunuzu bağlamak, batıya mahkûm olduğumuzu iddia etmek niyetiyle söylemiyorum bütün bunları.

Aslında İslam Dünyasının, Osmanlı`nın Batı karşısında izlemesi gereken siyaset en azından üç yüz yıldan bu yana tartışılmakta ve henüz ciddi bir karara bağlanmış da değildir.

Batının nesini almalıyız, nesini reddetmeliyiz tartışmaları üzerine sayısız tezler yapılmış, kitaplar yazılmış, parti tüzüklerindeki yerlerini almıştır.

Meselenin özü nedir biliyor musunuz? Avrupa ile ilişkileri kesmek öyle kolay bir şey değildir. Dünyanın rüzgâr haritasına baktığınızda, tarih boyu insanlığın göç yollarını izlediğinizde bunu rahatlıkla anlarsınız.

Tarih ve coğrafyayı yeniden gözden geçirdiğinizde bu ümmetin önemli bir yükümlülüğünün olduğunu göreceksiniz. İslam`ı ve onun Peygamberini Avrupa`ya götürme yükümlülüğü, Kur`an`ı Avrupa`ya götürme yükümlülüğü.

Avrupa`yı gerçek İsa (as) ile tanıştırma yükümlülüğü.

Hiçbir şey bize bu yükümlülüğümüzü unutturmamalı, hiçbir şey bunun önüne geçmemeli, tebliğ yollarımızı tıkamamalıdır.

Rabbimizin bizlerden bunu beklediği kanaatindeyim.