Eşini çok mu çok seven yeni evli bir bayan varmış. İstermiş ki bütün vakitleri eşiyle birlikte geçsin. Onun için bütün işlerini askıya almış, olmazsa olmazların dışında her şeyi bir yana bırakmış, kendince mutluluğun tadını çıkarmaya bakmış.
Fakat günlerden bir gün eşinden bir kötülük görmüş, bütün duyguları alt üst olmuş, hayalleri son bulmuş. Çekilmiş bir köşeye ve ellerini dizlerine vura vura ağlamaya başlamış, bir yandan da:
-Eyvah farzlarım, eyvah namazlarımın farzları eyvah, diyormuş. Kocasının dikkatini çekmiş şaşkın bir halde sormuş “Eyvah farzlarım” da neyin nesidir diye.
Meğer bütün vakitlerini eşiyle geçirmek isteyen bu bayan, bir yandan da namazlarını terk etmek istememiş. Fakat kimden aldıysa, aldığı bir fetva ile namazların farzını terk etmesini, sünnetleri kılmasını, çünkü sünnetlerin kazasının olmadığını, farzları sonra kaza edebileceğini söylemiş. İşte şimdi o terk ettiği farzlarına yanıyormuş bayan.
Silahlı Kuvvetler içerisinde başlatılan Paralel yapılanmaya yönelik operasyonlara bir başka açıdan temas etmek istiyorum.
Bakmayın işe espri ile başladığıma, insanımızın bir hiç uğruna İslamî hayattan verdikleri tavizlerden dolayı inanın içimiz yanıyor. Gelinen şu noktada onların da içinin yanması, hiç olmazsa şu kadın kadar da olsa dizlerini dövmesi, gerekmez mi?
“Eyvahlar olsun kaybettiğim namazlarıma, eyvahlar olsun oyuncağa çevirerek ima ile (güya) kıldığım namazlarıma, eşimin, kızlarımın hayatından verdiğim tavizlerime, bulaştığım haramlara eyvahlar olsun, bir türlü Müslüman kimlik ibraz edemediğim için eyvahlar olsun…” diye ağlaması gerekmez mi?
Gerçekten çok acı bir manzara! Bir yerlere gelmek, bir yerleri ele geçirmek için kamufle olmak ve İslami hayattan tavizler vermek, taviz vermekten öte adeta Müslüman biri olarak gözükememek, Müslüman biri olarak anlaşılmamak.
Dindar bir subay olduğu için, namazlarından taviz vermediği için, Müslümanca bir hayat yaşamaya çalıştığı için ceza almak, ordudan atılmak da vardı. Eşinin tesettüründen taviz vermediği için, işlenegelen bir takım haramlara katılmadığından dolayı ceza almak ne büyük bir şerefti. Nitekim bu durumda olanlar da vardı ve insanımız onları her zaman bağrına basmıştır
Böyle olmak varken şu anda uğradıkları operasyon sebeplerine bir bakar mısınız? Vatana ihanet, terör örgütü kurmak, ülke aleyhine casusluk vs.
Bütün bu tavizleri belki köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı demek diye izah etmeye çalışanlarımız olabilir.
Öğrencilik yıllarımızda muhterem hocamız Prof. İhsan Süreyya Sırma`nın ders haricindeki sohbetlerine katılırdık. Sultan İkinci Abdülhamid üzerindeki tez çalışmasını hayranlıkla dinlemiştik. Bazı arkadaşlarımız, bu haliyle yetkililerin bu tezi kabul etmeyeceğini, biraz yumuşatmasını, taviz vermesini, köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı denilse iyi olacağını söylediler. Hocamız itiraz etti ve:
-Ya köprüyü geçerken ölürsek ne olacak? Ayının yeğeni ölmüş diyecekler öyle değil mi? diyerek itiraz etmişti.
Evet, insanımız bazen onurundan ve dininden taviz vermek istediğinde “Köprüyü geçinceye kadar ayıya (bazen de gâvura) dayı denilmesi atasözüne sığınır. Kabul edelim veya etmeyelim, bu tavizde azıcık da olsa bir mantık vardır. Köprü dediğin ne ki, ne kadar sürer bir köprüden geçmek? İşte dünyanın en uzun köprülerinden birkaç tanesi ülkemizde yapıldı, otomobille en fazla on dakikada geçebiliyorsunuz.
Bunların geçmekte olduğunu iddia ettikleri bu köprüler ne kadar da uzunmuş, yıllar yılı yürüdüler ve bir türlü bitmedi. Görüldüğü gibi sonunda çok acı bir şekilde son buldu bu köprü geçişleri.
Bir fetva ile acaba ne kadar insan bu dünyadan bir ayının yeğeni olarak ayrıldı gitti dersiniz?
İllaki ölmesi şart değil, ömrünün önemli bir bölümünü bir ayının yeğeni olarak yaşadı dersiniz?