En azından bu ülke insanı için dünya bugün ikiye ayrılmıştır; Sur`un içindekiler, Sur`un dışındakiler.
Diyarbakır`ın surları tarihi bir değere sahiptir ve Çin seddinden sonra dünyanın ikinci büyük surlarıdır.
Şimdi o surlarla çevrili merkez Sur ilçesi de bu ülke için, bu coğrafya için aynı şekilde hayati bir öneme sahiptir.
Her ne kadar Selahattin Demirtaş`ın en son “Sur`a yürüyün!” feryadını işiten olmamış, bu provokatif çağrıya hiç kimse itibar etmemişse de Sur bir problem olarak ayaktadır, orta yerde durmaktadır.
Tamam, anlaşılmıştır, bölge insanı huzurdan yanadır, çatışma istememektedir, şu son günlerde en az bir seçim neticesi kadar bu arzusunu ve iradesini orta yere koymuştur ve göstermiştir.
İktidar şimdi örgütün ve onun siyasi kanadının uğradığı bu son mağlubiyeti bir kırbaç gibi kullanarak onlara vurmak yerine Kürt halkının tamamına yönelerek;
“Mademki sen savaş çığırtkanlarına ve onların sokağa dökülme çağrılarına iltifat etmedin, onları orta yerde kendi başlarına bırakıverdin, mademki huzuru ve sükûneti tercih ettin, o halde iste benden ne istiyorsan” diyerek somut adımlarını atmalı değil midir?
Böyle yapılmadığı müddetçe Sur, özelde bu coğrafyanın, genelde ümmetin bir yarası olmaya devam edecektir.
Sur`un etrafındaki halkalar genişledikçe insanımızın imtihanı da aynı paralelde sürmektedir.
Sur`un içindekiler bir sınavdan geçtikleri gibi, Sur`un dışındakiler de halka halka ciddi bir sınavdan geçmektedirler.
Sur`un mağdur insanına kucak açma, onlara el uzatma, viraneye dönen binalarına sahip çıkma adına öncelikle Sur`a en yakın olanlar imtihan vermektedir. Elhamdülillah insanımızın ve yardım kuruluşlarımızın bu imtihanı kazandıklarını söyleyebiliriz.
Sur`u merkeze aldığımızda belki en büyük imtihanı dışarıdaki halkalar vermekte, kendilerini bir defacık Sur`dakilerin yerine koyma, yani empati yapma konusunda vermekteler, belki bunun farkında bile değiller.
Harabeye dönen Sur ilçesini ayağa kaldırmak, öncesinden daha güzel yapmak ne kadar zaman alır bilemeyiz fakat bu o kadar zor bir şey değil.
Fakat kaybolan canları geri getirmenin imkânsızlığı, en az surların yüksekliğinde örülen kin ve düşmanlık duvarlarını yıkıp yok etmenin zorluğu, oluşan buz gibi havayı ısıtmanın ne kadar zaman alacağını bilmiyoruz.
Evet, Diyarbakır`ın surları göründüğünden çok çok daha yüksektir ve üzeri öyle kolay kolay örtülemez.
Bu mesele öncelikle içeride çözülmelidir, iktidar bu meseleyi Sur`dan çözmelidir.
Suriye`deki, Kobani`deki örgütü zayıf düşürmek, belirli bir yerde bloke ederek Fırat`ın batısına geçirmemek ve böylece ülke içindeki örgütü de yeneceğini düşünmek yanlış bir düşüncedir.
Bu ülkeyi yönetenler birlikte yaşadığı insanlarla arasını düzeltemiyorsa, onları razı edip yaratılışlarıyla birlikte var olan bir takım haklarını vermiyorsa, veremiyorsa, kendi sınırlarının dışındakilerle bu işi nasıl yapacak, mümkün müdür? Söyleyin hangisi daha kolay?
Sur`un içerisine hapsolan zihniyete de şunu söylüyoruz: Bir takım eksiklerine rağmen siz bugünkü iktidarla bu meseleyi çözemeyeceksiniz de ya kiminle çözeceksiniz? Son yüz yılda Kürtlere her türlü zulmü reva gören Kemalislerle mi, Jitemle mi, Ulusalcılarla mı, Dersim ve Zilan`da katliam yapanlarla mı, düne kadar Kürtleri günahı kadar sevmeyen Paralel yapıyla mı çözeceksiniz bu meseleyi? Ki, şu anda onlarla birlikte kol kolasınız.
Evet, Sur`un içindekiler de dışındakiler de çok büyük bir sınavdan geçmektedirler.
Özellikle bu ülkenin büyük kurucu unsurları olarak Türkler ve Kürtler birbirlerini kucaklamadığı takdirde, birbirlerinden ayrıştıkları takdirde uzun müddet tarih sahnesinde kalamayacaklarını görmelidirler.
Türkleri ve Kürtleri birbirleriyle kucaklaştıracak yegâne gücün İslam`dan başka bir şey olmadığı da gün gibi aşikârdır.
Bu gün Türkler ve Kürtler arasındaki soğukluğun, örülmeye başlanan düşmanlık duvarlarının esas başlangıç noktasının Kemalist, laik ve seküler dayatmalarla başladığını kim inkâr edebilir ki.