Nedir ümmetin bu hali? Şu çektiklerimiz neyin nesi? Bütün bunlar neden geldi başımıza? Sohbetlerde en çok karşılaştığımız sorular bunlar.
Karşı karşıya bulunduğumuz şeyler eğer musibetse veya biz bunları birer musibet olarak nitelendiriyorsak cevabını vermek kolaydır: Kendi yaptıklarımızın cezasıdır diyerek izah eder kurtuluruz.
“Başınıza gelen her musibet ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. (Günahlarınızın) birçoğunu da affeder.” (42/30)
Hatta sadece yaptığımız kötülüklerden değil, bazen de yapmamız gerektiği halde yapmadıklarımızdan, yerine getirmediğimiz yükümlülüklerden, suskunluğumuzdan, pasifliğimizden dolayı da musibetlerle karşılaşabiliriz. Hakkı haykırmadığımızdan, hakikati gizlediğimizden, zalimlerin karşısında bir çift söz etmediğimizden dolayı da başımıza musibetler gelebilir. Netice olarak aynı yere çıkar, yani bizden kaynaklanan bir şeydir. Peki, karşılaştığımız her olumsuzluk, her kötü şey musibet midir?
Söylediğimiz gibi eğer musibetse onu izah etmek kolaydır, sebep olarak kendimizi gösteririz vesselam.
Fakat bugün olduğu gibi bazen öyle büyük olumsuzluklarla, öyle büyük işgallerle, katliamlarla karşılaşırız ki bu bizim günahlarımızdan, hatalarımızdan kaynaklanmaz. Onun için biz bunlara ısrarla musibet demiyoruz.
Hatta bu olumsuzluklar bizzat bizden kaynaklanmış olabilir, biz sebep olmuş olabiliriz. Yine de musibet demeyiz.
Çünkü bazı durumlarda doğru olanı yaptığımızdan dolayı başımıza bunlar gelir. Yani biz bir yanlış yapmamışızdır, hatta biz Rabbimizin bizden istediğini yapmışızdır ve ondan dolayı bu olumsuzluklar başımıza gelmiştir.
Daha iyi anlayabilmek için Kur`an`daki şu sahneye iyi bakalım:
“Musa kavmine; Allah`tan yardım dileyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah`ındır, onu kullarından dilediğine miras bırakır ve güzel son müttakilerindir, dedi. “Onlar; sen bize gelmeden önce de, sen geldikten sonra da eziyet çektik dediler. Musa; umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helâk eder ve sizi onların yerine yeryüzüne egemen kılar da nasıl amel edeceğinize bakar dedi.” (7/128-129)
İsrailoğullarının başına gelenleri iyi tahlil edelim. Gerçekten de Musa Aleyhisselam`dan önce de zulme uğruyorlar, sonra da. Öncekilere musibet diyebiliriz. Fakat daha sonra karşılaştıklarına musibet değil bela demek daha doğrudur. Çünkü onlar doğru olanı yapmışlardır, Musa Aleyhisselam`ın rehberliğinde Firavun`dan kurtulmak istemişler ve gerekenleri yapmışlardır.
İslâm dünyasının bugünkü durumunu anlatırken bu ikisini birbirinden ayırmamız gerekir. Yani bazen ümmet olarak biz doğru olanı yaptığımız halde yine bir takım olumsuzluklarla, belalarla karşılaşabiliriz. Bunun adını da musibet koymaktan ziyade bela olarak isimlendiririz.
Çünkü musibetle karşılaşanların yapması gerekenler başkadır, bela ile karşılaşanların yapacakları başkadır.
Musibetle karşılaşanlar öncelikle tövbe ederler, yaptıkları kötülüklerden dönerler, Allah`tan af ve mağfiret dilerler, bir daha o duruma düşmemeye çalışırlar. Kendilerinden öncekilerin uğradıkları musibetlerden ders ve ibret alırlar.
Fakat bela ile karşılaşanlar, özellikle üzerlerine düşen yükümlülükleri yerine getirdiklerinden dolayı belaya uğrayanlar sadece sabrederler, Rablerinden yardım dilerler, muvaffakiyet isterler. Yani geri adım atmazlar, yapmakta oldukları şeyden vaz geçmezler, direnirler.
Evet, şu anda ümmetin karşı karşıya olduğu olumsuzlukların bir kısmını musibet olarak görsek de, büyük bir bölümünü bela olarak görmeyi daha isabetli buluyoruz. Ümmet uyanmak istiyor, ümmet ayağa kalkmak istiyor, ümmet zincirlerini kırmak istiyor, ümmet bahara ermek istiyor, ümmet emperyalizme başkaldırıyor, ümmet itiraz ediyor…
Firavunlar da kendilerine düşeni yapıyor, kendi cibilliyetlerini icra ediyor, yani ümmete belalar dayatıp duruyor. Ümmete düşen sabretmektir, direnmektir ve Allah`tan yardım dilemektir. Bu arada üçüncü bir şık olarak bela ve musibetin dışında “içimizdeki beyinsizlerin yaptıklarından dolayı” başımıza gelenleri de göz ardı etmiyoruz ve bir kenara not ediyoruz.
Bu durumda yapılması gereken şey, içimizdeki o beyinsizleri uyarmak, tedavi etmektir.