İslam`ın beş şartından birisi olan bu zekat ibadeti hicretin ikinci yılında Medine`de farz kılınmıştır. Daha da sonra farz kılındığına dair rivayetler varsa da en sahih olanı budur.
Evet, şu bizim bildiğimiz zekât, Ramazan`a mahsus fitre ibadetimiz nübüvvetin ta on beşinci yılında farz ve vacip kılınmıştır.
Peki İslam o zamana kadar, yani on beş yıl boyunca fakirlere, yoksullara yardım etmeyi, onlara bir şeyler vermeyi emretmiyor muydu?
Emrediyordu, hem de öyle emrediyordu ki, bugünki kırkta birlik zekat miktarı o ilk emirlerin yanında bir hiç kalır.
Zannedildiğinin aksine putperestlikten daha çok bu konuya dikkat çekiyordu. Ezilenlere, sömürülenlere, ruhlarıyla birlikte bedenleri köle yapılanlara, yoksul bırakılanlara, hakkı yenenlere dikkat çekiyordu.
Adam gibi adam olabilmek için sarp yokuşa tırmanmak gerektiğini, bunun için kölelerin azad edilmesi gerektiğini, insanların özgürlüğüne kavuşturulması gerektiğini, salgın kıtlık gününde açların doyurulması gerektiğini, yetimlere el uzatılmasının, toprağa belenenlerin tutulup kaldırılmasını istiyordu hep.
Bir köle azad etmenin, hele birçok köleyi azad etmenin ne anlama geldiğini hiç düşündünüz mü? Bir köle bir otomobil demektir, yani otomobil bağışlamak demektir.
Salgın ve uzun süren kıtlık günlerinde insanları doyurmak ne demektir biliyor musunuz?
Yılda bir verilen kırkta bir zekatla bunlar asla kıyaslanamaz.
Peki zekat ibadetinin farz kılınmasıyla birlikte bütün bunlardan kurtuluverdik mi?
“Komşusu aç iken kendisi tok yatan bizden değildir” hadisi şerifiyle soralım bu sorumuzu:
Etrafımızda insanlar hâlâ aç iseler, çevremizde ciddi bir sosyal felâket varsa,
“Allah`ım ben ne yapayım, senin emrettiğin şekilde malımın kırkta birini zekat olarak verdim, fitremi verdim…” diyerek kurtulabilir miyiz işin içinden?
Evet, zekat İslam`ın sütunlarından birisidir ve kıyamet gününe kadar asla değişmeden devam edecek bir ibadettir.
Fakat bütün zamanlarda ve her toplumda sadece zekatla yetinilemez. Çünkü zekat düzenli ve kurumlaşmış İslam toplumlarının ibadetidir. Devlet olmuş toplumların, düzenli bir yapıya sahip olmuş Müslümanların değişmez bir ibadetidir. Daha doğrusu, normal zamanların ibadetidir.
Eğer olağanüstü durumlar söz konusu ise, Müslümanlar asla kırkta birlik zekatla yetinemezler, Allah katında yükümlülükten kurtulamazlar. Nedir bu olağanüstü durumlar?
Dengesizliklerin hakim olduğu, zulmün ve adaletsizliğin egemen olduğu toplumlarda İslam doğrudan bu konu üzerinde yoğunlaşır ve dikkatleri bu noktaya çeker.
Cihad günleri… Evet, İslam`ın cihad günlerinde Müslümanlardan ne istediğine şöyle bir bakın, her şeyi daha göreceksiniz.
“Şüphesiz Allah cennet karşılığında müminlerin canlarını ve mallarını satın aldı…” (9/111) ayetine dikkat ediniz. Karşılığında cennet satın alınan malın kırkta birlik zekât olduğunu söyleyebilir miyiz?
Demek istediğim odur ki, her yöneyle olağanüstü bir zamanda ve zeminde yaşıyoruz. Yakın çevremizde de, bizden uzak diyarlarda da olağanüstü durumlar söz konusudur. Asla zekatla yetinemeyiz.
Özellikle Allah`ın dinini hayata hakim kılma mücadelesi veren Müslümanlar tamamen olağanüstü şartlarla karşı karşıyadır. Zekâtlarımız ve fitrelerimiz yetmiyor bu iş için, daha büyük fedakârlıklar gerekiyor.
Sadece maddi açıdan değil, emek ve koşuşturma konusunda da öyle.
Cumartesi öğleden sonralarımız yetmiyor.
Haftada bir akşam sohbetlere katılmamız yetmiyor.
“Elemtera”dan aşağısıyla Allah`ın dinini hayatımıza hakim kılma işimiz olmuyor, daha yukarılara çıkmamız gerekiyor.