Fakat hiçbir zaman o yarış alanlarının sahibi olamazlar, o statların, o kulvarların, o yarış alanlarının sahibi olamazlar. Ne o yarışların düzenleyicileri, ne tertip komitesi olabilirler, ne jüri heyeti ve ne de ödül verici olabilirler.
Başkalarının yazdığı senaryoda oynayanlar da aynı şekilde olsa olsa “en iyi oyuncu” olabilirler. Bunun ötesinde hiçbir şeyin sahibi olamazlar. Bu arada kendileri için yazılan senaryonun dışına da çıkamazlar, kendilerine verilen rol ne ise onu oynarlar.
Bunu bir tarafa kaydettikten sonra…
Müslümanlar olarak, özellikle camia olarak Allah`ın Dinini hayatımızın bütün alanlarına hâkim kılmak için bir mücadele veriyoruz.
Bu mücadelemizi senenin bütün günlerine yaymayı kendimize hedef olarak seçmişiz. Ramazanı böyle bir heyecanla yaşamaya çalışıyoruz.
Ramazan sonrası örtünme seferberliğimizi kaldığımız yerden sürdüreceğiz inşaallah.
Okullar açılırken bundan sonra çocuklarımız adına Tevhidî endişemizi daha duyarlı bir şekilde dile getireceğiz.
Ardından Zilhicce ayıyla birlikte yaşadığımız coğrafyaya Haccın, Arafat`ın ve Medine`nin havasını taşımaya çalışacağız. Ondan önce de Hz. İbrahim`i yeniden anlamak için etkinlikler düzenleyeceğiz.
Kısacası, senenin bütün günlerini hiçbir boşluk bırakmadan “Eyyâmullah – Allah`ın Günleri” olarak dip diri yaşamanın mücadelesini vereceğiz, veriyoruz inşaallah.
Ve bütün bu söylediklerimizi Türkiye`nin sadece dar bir bölgesinde değil, dört bir yanında gerçekleştirmeye çalışıyoruz.
Evet, her ne kadar bu etkinlikler ilk önce belirli bir bölgede, birkaç merkezde başlatılıyor olsa da, Allah`ın izniyle daha sonra ulaşılmadık hiçbir nokta bırakılmamaktadır.
Peygamber Sevdalılarının sesi bütün kesimlerde yankı bulmuştur.
Çünkü biz Allah Teala`nın düzenlediği bir yarışın katılımcılarıyız. Rabbimiz bizlere hayırda yarışmamızı, yerler ve gökler genişliğindeki cennet için yarışmamızı, Kendisinin affını ve mağfiretini elde etmek için müsabaka yapmamızı, sürat yarışına girmemizi emretmektedir. İşte biz O`nun yarışçılarıyız.
Böyle olunca, bizler bir anlamda Allah Teala`nın emri üzere bu yarışın düzenleyicileriyiz, bu senaryonun yazıcılarıyız. Birilerinin yazdığı senaryonun oyuncuları değiliz, birilerinin düzenlediği yarışın katılımcıları değiliz.
Şimdi böylesine ulvî bir görevi bir tarafa bırakarak birilerinin kongrelerinde Dindar Kürtleri Temsil kuyruğuna girmek, birilerinin meclisinin kuytu köşelerinde birkaç sandalye ile Dindar Kürtler olarak yer almak, hazırlanacak olan yeni anayasadan bir şeyler elde etmek için “biz de buradayız, bizi de unutmayın” diye arka sıralardan kalkacak birkaç parmak olmak, sizce doğru ve onurlu bir şey midir?
Söz konusu meclislerde ve mahfillerde Dindar Kürtleri temsil yarışına girişenleri, bizi de orada görmek isteyenleri sadece tebessümle izliyoruz.
Sakın yanlış anlamayın, bu camiada bunun için koşturan hiç kimse yoktur, söylediğim gibi dışarıdan yapılmaktadır bu teklifler.
Ve bir de İmralı`dan yapılmakta, Kandil`den yapılmakta, cılız ve tereddütlü bir ses tonuyla DHK tarafından yapılmaktadır.
Aslında iyice dikkat edilirse bu teklifler yıllar yılı yapıla gelen tekliflerin aynısıdır, sadece biraz daha yumuşatılmışı ve politikçesidir:
“Ya bize katılırsınız, ya buraları terk edersiniz, ya da sizi yok ederiz” teklifinin bugünün diliyle söylenişidir.
Yani Müslüman Kürt halkının önünde iki seçenek vardır:
Allah`ın Dinini bütün bir ülkeye hâkim kılma yarışında ana gövdeyi oluşturmak ve bu hareketin lokomotifi olmak mıdır?
Yeryüzünde artık son demlerini yaşayan Marksistlerin ve laiklerin ana gövdesini oluşturduğu bir takım meclislerin en arka sıralarında kıytırık birkaç sandalye olmak mı?