Bugün Türkiye insanının büyük bir bölümü Recep Tayyip Erdoğan`ın şahsında gergin bir şekilde ikiye bölünmüş durumda, adeta iki ayrı cephede birbirlerine karşı mevzilenmiş vaziyette.
Bu fotoğrafı hem medyada, hem de birazcık toplumun içine girdiğinizde çok rahat görebilirsiniz.
Elbette bir kişinin, bir iktidarın sevenleri de olacaktır, sevmeyenleri de.
Fakat kin ve düşmanlığın bu dozajlarda seyretmesi, sevgi ve bağlılığın körü körüne denilecek boyutlara ulaşması insanımızı hak ve adalet çizgisinden ayırmakta ve her iki tarafın da nice gerçekleri görmesine engel olmaktadır.
Ülke insanının bu noktaya gelmiş olması, uzun zamandır gündeminin bu şekilde belirlenmiş olması hiç de sağlıklı bir durum değildir.
Bizi asıl üzen şey ise; sıradan insanların yanı sıra İslam adına söz söyleme, fetva verme, kalem oynatma makamında olanların, İslam adına ağzına bakılanların, gözüne bakılanların, daha açık bir ifadeyle İslam âlimi konumunda olanların da kendilerini bu rüzgâra kaptırıp savrulmalarıdır.
İyice düşünüldüğünde bunun ümmet için büyük bir kayıp olduğu, büyük bir birikimin, kaliteli insan potansiyelinin ölü noktalarda bloke edildiği anlamına gelecektir.
İflah olmaz bir şekilde kin ve düşmanlık veya kara sevda cephelerine savrulanlar her ne kadar görünürde bu mevzilere güç katıyor olsalar da, bundan sonra kolay kolay davetleri icabet bulmayacak, sözlerinin ve kalemlerinin etkisi kaybolacak, etkin bir İslam âlimi olma hüviyetini kaybedeceklerdir.
Mesela İslam adına bunca birikimlerine rağmen Erdoğan`a kin ve düşmanlık cephesinde yer alanlar, ne söylediklerinden, hangi ayeti ve hadisi okuduklarından, hangi fetvaya dayandıklarından ziyade nerede durduklarına, kimlerle beraber olduklarına, nerede mevzilenip nereye ateş ettiklerine dikkat etmelidirler. Kendileri Erdoğan`ı hangi yönlerden eleştiriyorlar, bulundukları cephe Erdoğan`a niçin düşman, neyine düşman, bunu iyi görmelidirler.
İslam adına, ilim adına birikimleri olan ve bu arada kayıtsız şartsız kendilerini Erdoğan sevdasına kaptıranların durumu da bundan farklı değildir.
Kendilerini kaptırdıkları sevda, sevdiklerinin eksiklerini ve yanlışlarını göstermeyecek, görseler bile söz edemeyeceklerdir.
Hele bir de savruldukları bu sevdadan biraz nemalanıyorlarsa, artık onlara karşı asla ağızlarını açamayacaklardır.
Çünkü değişmeyen bir kural vardır: “Elinizi uzattığınız yere dilinizi uzatamazsınız, dilinizi uzattığınız yere elinizi uzatamazsınız.”
Bu demek oluyor ki, elinizi uzattığınız, nemalandığınız yeri eleştirme hakkını kaybetmişsiniz demektir. Onlara doğru yolu gösterme, yanlışlarında uyarma görevinizi yerine getiremeyeceksiniz demektir. Yani artık siz, siz olmaktan çıkmışsınız demektir.
Bu durumda olanlar en büyük zararı kendileriyle birlikte sevdiklerine vermiş olacaklardır.
Hâlbuki bu ülkenin ve bu ülkenin de içinde bulunduğu büyük bir coğrafyanın şiddetle muhtaç olduğu siyasi ve içtimai kesim, İslami Muhalefettir.
Evet, Türkiye`de en önemli siyasi ve sosyal boşluğun İslâmî Muhalefet boşluğu olduğuna inanıyoruz ve çoktan beri bunu dile getirmeye çalışıyoruz.
Muhalefet derken sadece mevcut iktidara değil; sisteme, rejime ve bu coğrafyadaki bütün despot yapılanmalara muhalefeti kastediyoruz. Bu arada iktidar, İslâmî Muhalefetin sıcak nefesini her an ensesinde hissedeceği için İslâmî çizgiden iktidar eliyle sapmalar daha az yaşanacak, Müslüman halkın talepleri ciddiye alınacaktır.
Bireysel ve toplumsal anlamda İslam`dan sapmaların, grileşmelerin, bulanıklıkların, bütün bunları dayatmaya yeltenen güç odaklarının karşına çıkabilmenin yegâne yolunun İslami Muhalefetin oluşturulmasıdır.
Bu potansiyel bu ülkede ve bu coğrafyada fazlasıyla mevcuttur, fakat siyasi ve sosyal hayata bir türlü yansıyamamıştır. Bu potansiyelin önemli bir bölümü şu anda düşmanlık, kin ve kara sevda cephelerine savrulmuş, ümmetin hiç de lehine olmayacak şekilde kendisini ölü bir noktada bloke etmektedir.