Her şeyden ve herkesten vaz geçerek Allah’ı (cc) tercih etmenin adıdır hicret.

“Her şey” derken bu her şeyin içine neler girmez ki; Bağlar, bahçeler, evler, dükkânlar, davarlar, develer yani dünya adına aklınıza ne geliyorsa hepsini bırakıp gitmektir hicret.

“Herkes” derken de öncelikle aklımıza gelmesi gerekenler en yakınlarımızdır. Bizimle gelmeyi tercih etmeyen babalarımız, evlatlarımız, eşlerimiz ve diğer yakınlarımızdır bırakıp gittiklerimiz.

Hicret netleşmektir, berraklaşmaktır, bunlar bırakılıp gidilmezse insan berraklaşamaz. Mekke’den ayrılanlar bütün bunları bırakarak gitmişler ve böylece bembeyaz gitmişlerdir.

Bu anlamda hicret Allah’a giden yolda bir geçittir, en ciddi bir geçittir. Hicretin zıddı çakılıp kalmaktır, takılıp kalmaktır.

Hicretin bir adım ötesi de Bedir’dir.

Bedir hicretimizin ikinci aşamasıdır, hem de hicret konusunda testten geçmektir. Hicretle yakınlarımızı Allah için terk etmenin adıydı, Bedir ise yakınlarımızı Allah için feda etmenin, gözden çıkarmanın adıdır. Dün o yakınlarımızı geride bırakıp gelmiştik, bugün ise Rabbimizi tercih etme adına yakınlarımızla hayati noktada karşı karşıya gelmektir. Yani hiç tanımadığımız diyarın insanlarıyla değil bizzat anamızın oğluyla, babamızla, evladımızla karşı karşıya gelmektir.

Lütfen hiç kimse hicreti basit bir göç olarak görmesin, göstermeye yeltenmesin, hiç kimse Bedir’i de birkaç yüz kişilik iki grubun kabile çatışması gibi göstermesin. Çünkü yeryüzünde böylesine anlamlı bir savaş bir daha vuku bulmamıştır.

Evet, yeryüzünde on binlerin, yüz binlerin karşı karşıya geldiği çok büyük savaşlar vuku bulmuştur ama bir tarafta Hamza bir tarafta Abbas, bir tarafta Ömer b. Hattab öbür tarafta Zeyd bin Hattab, bir tarafta baba Ebubekir öbür tarafta oğul Abdurrahman ve daha birçok kardeşin karşı karşıya olduğu bir savaş cereyan etmemiştir.

Eğer hicret olmasaydı, eğer Bedir olmasaydı şu anda bizim elimizde böylesine net ve berrak bir İslam olmazdı.