"Hesaba ve mizana inanıyor musunuz?"
“Elbette inanıyorum”
“Yani bir gün yeniden dirileceğimize, amellerimizin mizana vurulacağına, şaşmaz bir terazide tartılacağına, sevabı ağır gelenlerin felaha ereceğine, günahı ağır gelenlerin de hüsrana uğrayacağına, o gün hiç kimseye zerre kadar haksızlık edilmeyeceğine iman ediyorsunuz öyle değil mi?”
“Elbette iman ediyorum”
“Peki, o gün hesaplar görüldükten sonra Allah Teala’nın; Bu kulum filan ırktan, falan soydan değil mi, o halde onun terazisinin sevap kefesine biraz fazladan bir şeyler koyun” diyecek mi? Veya tam aksine; Feşmekan ırktan olduğu için onun günahlarını daha ağır gösterin!” diyecek mi?
Peki, sen bu dünyaya gelirken anneni babanı kendin mi seçtin, soyunu sülaleni sen mi tercih ettin? Dünyanın hangi bölgesinde doğup büyüceğini, hangi zaman diliminde yaşayacağını sana mı sordular, sen mi beğendin?
Bütün bunlar için sen bir mücadele mi verdin, bir takım elemelerden geçerek mi kazandın bu ırktan olmayı, böyle bir ülkede, böyle bir asırda dünyaya gelmeyi?
Bir insan çalışır, çabalar, göz nuru döker ve sonundu doktor olur, mühendis olur ve bununla övünebilir. Ama kendisinin asla bir katkısının olmadığı bir konuda övünmesi ahmaklık değil midir? Hatta ahmaklıktan da öte, meseleyi sadece övünmekte bırakmayıp başkalarına hakarete götürüyorsa, Allah’ı (cc) gazaba getirmiş olmuyor mu?
Gelelim çok daha hayati bir meseleye; bir hak ve hakikat karşısında hiç düşünmeden bir ırkın, bir sülalenin yanında yer alma konusuna. İslam bunu yok etmek için gelmiştir, İslam bunun için vardır desek hiç abartmış olmayız.
“Ey iman edenler, Allah için şahitler olarak adaleti dimdik ayakta tutun, velev ki sizin bizzat kendinizin, annenizin babanızın ve akrabanızın aleyhine olsa bile, Zengin olsun fakir olsun, Allah iki tarafa da kendilerinden daha yakındır. O halde adaleti sağlamada nefsinizin arzularına uymayın. Yanlı davranırsanız ya da görevden kaçınırsanız bilin ki, Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır.” (4/135)
Geliniz, bu konuda nerede durduğumuzu, ırkçılık denilen bu cahiliye illetine ne kadar yakın veya uzak olduğumuzu ölçmek için kendimizi küçük bir testten geçirelim:
Komşularımızla, bağda bahçede birlikte yaşadığımız diğer insanlarla, yan yana ticaret yaptığımız esnafla aramızda çıkan anlaşmazlıklarda kendi haksızlığımızı kabullenebiliyor muyuz?
“Baba kusura bakma bu konuda komşumuz haklı, biz haksızız” diyebiliyor muyuz?
Eşimizin veya annemizin komşularla çıkan bir anlaşmazlıkta onları haklı çıkarabiliyor muyuz?
Birçok defa tekrar ettiğim şu sahneyi lütfen bir daha gözünüzün önünde canlandırın: Akşama doğru okuldan veya işten evinize dönüyorsunuz, bir de baktınız ki sizin sokakta bir kavga var, biraz yaklaştınız ve gördünüz ki kavga sizinkilerle başkaları arasında, işin içinde babanız, kardeşleriniz var. Şimdi buyurun, soruyorum, ne yapacaksınız? Maalesef ben bu soruyu birçok delikanlıya sorduğumda, babasından kardeşinden yana olmak sanki Allah’ın tartışılmaz emriymiş gibi kolları sıvayıp kavgaya gireceğini söyledi.