“Zor ve sıkıntılı günlere hazır olmalıyız” demiştim kısaca dünkü yazımda.
Zaten Kur’an üzerinde birazcık olsun yoğunlaşanların hiç de yabancısı değildir sıkıntılı bir hayat.
Hem böyle bir durum sıra dışı ve arızi değil dünya hayatının aslında vardır. Müslüman her hangi bir sıkıntıyla karşılaştığında hiç şaşırmaz, yadırgamaz, “bu da nereden çıktı yahu” demez, beklediği bir misafirdir, kabul eder.
Evet, dünya hayatının cilvesidir toplumsal ve bireysel sıkıntılar ve bizimle birlikte hep var olacaklardır.
Daha da önemlisi İslam sıkıntı, darlık, hastalık gibi zorluklara tahammül etmeyi erdemli, sadık ve müttaki olmanın şartları olarak görür, yani bu bir rütbedir. (2/177)
Uzatmayalım, birey olarak bir mümine düşen budur.
Fakat toplumu yönetenlere gelince, onlara düşen görev söz konusu sıkıntıları yönettiği insanlara en hafif bir şekilde yansıtmaktır.
Müslüman yöneticilerin en önemli yükümlülüğü insanları merhamet kanatları altına almaktır. Bu onlara Peygamber Aleyhisselam’dan miras olarak almış olmalıdırlar
Böyle yapmasını ona da Rabbi emretmiştir; “Sana tabi olan müminler üzerine merhamet kanadını indir”(26/215)
Ve gerçekten de o Peygamber hep öyle olmuştur. “Şüphesiz size öyle bir rasûl gelmiştir ki, sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir, size çok düşkündür, müminlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir”(9/128)
Elbette Müslüman yöneticilerin yegâne örneği Peygamberleridir.
Nimet dağıtımında, dünyevi bir şeyin paylaşımında her zaman adaletli olması istenen yöneticilerin külfet paylaşımında da adaletli olmaları gerekir.
Mademki bizi aşan güç yetiremediğimiz, gelmesini önleyemediğimiz sıkıntılar var, söylediğimiz gibi yöneticilerin birinci görevi bunu insanlara en az bir şekilde yansıtmaktır. Buna da güç yetiremiyorsa adaletli bir şekilde yansıtmaktır.
Unutmayalım ki, sıkıntıları adaletli ve insaflı bir şekilde bölüştürmek, adaletli bir şekilde nimet ve ganimet dağıtmaktan çok daha önemlidir.
Yöneticiler olarak aç kalınacaksa milletle birlikte aç kalmak, susuzluk çekilecekse birlikte susuzluk çekmek, yoksul kalınacaksa birlikte yoksul kalmak, üşüyeceksek birlikte üşümek...
Ve ölünecekse birlikte ölmek.
Eğer millet bunu bu şekilde görürse inanın ne açlığına üzülür ne susuzluğuna ne de üşüdüğüne üzülür.