Yakub Aleyhisselam öyle söylüyordu oğullarına. Bu defasında Bünyamin’i de gönderiyordu onlarla, ısrar etmişlerdi. Aslında henüz kendisini tanıtmayan Mısır’daki Yusuf Aleyhisselam ısrarla istemişti. Yakub Aleyhisselam onları uğurlarken söylemişti bunu; “Oğullarım, (şehre) hepiniz ayrı ayrı kapılardan girin...” (12/67)

Hepimizin bildiği bu ayeti yorumlayanların çoğu nazar değmesinden korktuğu için böyle tembihte bulunduğunu söylerler. Çünkü oğulları gerçekten yakışıklı ve güzel giyimliydiler.

Fakat tarih dikkatlice incelenirse Yakub Aleyhisselam’ın endişesinin nazardan daha önemli bir endişe olduğu görülür.

Bu endişe siyasidir, Razi de bu görüştedir. O andan itibaren Mısır’a yerleşeceği belli olan seçkin bir sülale durumundaki Yakub oğullarının gerek yöneticilerin gerek oranın yerli halkının dikkatlerini çekeceğini biliyordu.

Nazar gibi bir anda vuku bulacağı düşünülen bir endişe değil, daha uzun vadede gerçekleşebilecek bir endişeydi.

Nitekim bu korku uzun zaman sonra da olsa gerçekleşiyor. Daha sora başa geçen yöneticiler önceki gibi Yusuf ve kardeşlerine yani İsrailoğullarına gereken ilgiyi göstermiyorlar. Hatta onların çoğalmalarından endişe duyuyorlar ve hepimizin bildiği ve Hz. Musa günlerine kadar varıp dayanan işkence dönemi başlıyor.

Mesele dönüp dolaşıp başa geliyor; Oğullarım, hepiniz bir tek kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin...”

Peki, ben sözü nereye getirmek istiyorum? Bazılarımız dudak büküp zorlama bir yorum olarak görebilir ama ben “Soykırım” iddiasına getirmek istiyorum.

Bu işin buraya geleceği belli değil miydi? Dünya beşten büyüktü, Libya’ydı, Karabağ’dı, S 400’lerdi, SIHA’lardı, İHA’lardı, Suriye ve Irak’a yönelik hareketlerdi derken böyle bir noktaya geleceği belliydi.

Peki, yapılmasın mı bunlar? Yapılması gereken ne varsa yapılacak elbette. Fakat gereğinden fazla gürültü çıkarıldığı kanaatindeyim.

Gireceksek girelim şehre, ama lütfen aynı anda hepimiz bir kapıdan değil.