Gün bugündür, vakit bu vakit, bid’at ve hurafelerle savaşma vakti. Yani tam da sizin gününüz, kim olduğunuzu ortaya koyma, kimliğinizi ibraz etme günüdür.
Gerçi bizim “silah başı” dememizi beklemeden cephedeki yerinizi almıştınız, biliyoruz. Üç aylarla birlikte, reğaib gecesi, miraç gecesi ve berat gecesi münasebetiyle cahillere kim olduğunuzu göstermiştiniz. Ama daha işin içinde koskoca Ramazan var, biliyoruz asıl bu ayda birilerine haddini bildireceksiniz ekranlarda.
Aslanlarım, yiğitlerim benim! Şunların duruşlarına bir bakın; “Ben bid'at ve hurafelere karşıyım, İslam'ı bid'at ve hurafelerden kurtarmak zorundayız.” Diye kükrerlerken yüzlerindeki kasılmayı bir göreceksiniz. Peh peh, bugünlerde söz onların, meydan onların, günün kahramanları hep onlardır.
Haddimizi ve edep sınırlarımızı aşarak bu yiğitlerden bir kısmıyla konuşma şerefine nail olmuştum ve demiştim ki;
“Yahu muhterem hocam, anlayamadığım bir şey var. Bakıyorum da bu ülkenin gariban cami cemaati, türbe ziyaretine giden bir avuç bayan ve bir takım tarikat erbabı sizden panikliyor, tedirgin oluyor veya korkuyor. Ama kendinizi Tevhid'in temsilcisi olarak görmenize rağmen bu ülkenin zalimleri, tağutları, diktatörleri, para babaları sizden hiç rahatsız değiller, sizden dolayı hiç paniklemiyorlar. Hatta siz onların gündeminde hiç yoksunuz, sizi hiç tanımıyorlar. Şehrin dışındaki mezar taşları gündeminizde, sayıları beş on kişiyi geçmeyen türbe ziyaretçisi kadınlar hedefinizde, gündeminizde. Fakat başta okulları ve meydanları dolduran heykeller ve özellikle yirmi milyon öğrenci olmak üzere bu ülkenin her seviyedeki yönetim kadrosunun ikide bir buralarda arz-ı endam etmesi niçin sizin gündeminizde yok? Yanılıyor muyum, İslam adına siz gariban halkla savaşıyorsunuz? Allah aşkına dokunmayın şu Müslüman halka, ibadetini yapsın, mezardan geçerken üç İhlas bir Fatiha okumaya devam etsin, bir takım gecelerde bırakın fazladan namaz kılsın, zikir çeksin!”
“Söylediğiniz şeyler içinde elbette doğrular vardır. Fakat unutmayın Müslümanlar sizi, öncelikle zalimler, tağutlar ve dikta rejimleri karşısında mücadele ederken görmek istiyor, kendileriyle savaşırken değil!”
Dağ başında güçlü, iri yapılı bir kurt, koyun sürüsüne saldırmış, tuttuğu koyunu parçalıyormuş. Zavallı çoban ne yapacağını şaşırmış. Bu arada çobanın tek güvencesi durumundaki karabaş köpeği başka bir yöne, boşluğa dönüp havlıyormuş. Galiba kurdu görmedi düşüncesiyle çoban elleriyle köpeğin boynundan tutup kurda doğru çevirmiş, göstermiş ve “haydi” diye bağırmış. Fakat köpek yine boşluğa dönüp havlıyormuş. Defalarca aynı şekilde boynundan tutup kurda doğru çevirmesine rağmen köpek her defasında boşluğa dönüyor, kurdu hiç görmüyormuş gibi yapıyormuş. Çoban sonunda öfkelenmiş ve biraz geriye çekilerek köpeğe bağırmış: Vebalin boynuna mı, yemin eder misin kurdu görmediğine?