Yere inmek, toprağa ayak basmak bir anlamda kurtuluştur, özgürlüktür. İnsanoğlu her ne kadar tarihin ilk dönemlerinden itibaren hep uçmayı hayal etmiş ve sonunda başarmış olsa da hiç bir zaman havada uzun müddet kalmayı istememiştir.

Ve o yere inmenin yani kurtuluşun da bir riski bir bedeli olmuştur. Yüzlerce, binlerce mil yol kat edilmiş olabilir, şimdi önemli olan salimen inebilmektir. İniş anının uçaklar için hayati bir mesele olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Tam bir kurtuluş olmasa da yolcuların yapabileceği en önemli şey de kemerleri bağlamaktır.

Salgınla mücadele konusunda inşaallah inişe geçiliyor gibi. Zafer denilecek bir başarıya ulaşabilmek için kesinlikle kemerlerin bağlanması gerektiğini çok net bir şekilde görüyoruz. Kemerleri bundan sonra da bağlı tutmak daha çok bireylere düşen bir görevdir.

Yani mesele, kötü ihtimalleri hiç bir zaman göz ardı etmemek, faydasını gördüğümüz hiç bir uygulamayı ve tedbiri terk etmemektir.

Biz sözü uçaktan alıp koronaya getirdik ama bu “inişte kemer bağlama meselesi hayatın bütün alanlarında karşımıza çıkmaktadır. Mesela bir yangın tamamen söndürülmelidir, emin olmadan yangın mahallinden ayrılmamalı yeniden başlamasına sebep olacak ufak bir ateşi bırakıp gitmek bir felâkettir.

Buyurun, çok daha hayati bir nokta, Allah (cc) bir konuda Müslümanları, hatta bizzat Peygamberini uyarmaktadır; “Hiç bir peygambere yeryüzünde düşmanı tam olarak ezmeden esirler almak yaraşmaz...”(8/67) Başta Uhud savaşı olmak üzere tarihte bunun nice örnekleri vardır.

Aslında basit insani ilişkilerimizin her boyutunda da ayaklarımızı tam olarak yere bastığımızdan emin olmamız, gerekirse bunun için ilave bir bedel gerekiyorsa onu ödememiz gerekir. Biz buna kısaca kemerleri bağlamak diyoruz.

Geçmişte bunu ihmal ettiğimizden, işlerimizi güzelce sonuçlandırmadığımızdan dolayı nice bedeller ödediğimizin örneklerini düşündükçe bulup çıkarırız.

O halde kemerlerimizi bağlayalım, gün o gün, zaman o zamandır vesselam.