Öncelikle bütün faşist diktatörlüklerin yaptığı gibi, kolay ve zahmetsiz kul olarak kendisine çocukları seçmiştir, hiçbir şeye itiraz edemeyen, seslerini çıkaramayan zavallı çocukları.
Büyüklere, olgun yaştakilere yutturamadığı martavallarını eğitim ve öğretim adı altında çocuklara dayatma yolunu tutmuştur.
Bir başka deyişle, kurulduğu günden itibaren İslam`la savaşan bu rejim, bu savaşı hep çocuklar üzerinden yürüte gelmiştir. Bu savaşı özellikle her sabah bir ibadet edasıyla icra ettirdiği “Andımız”la somutlaştırmıştır.
Bilindiği üzere bu ülkede milyonlarca öğrenci her sabah bir ibadet titizliğiyle dizilmekte, hazır ol vaziyetinde kıpırdamadan yüksek sesle bu faşist amentü söyletilmektedir.
Evet, bu sapık ibadet milyonlarca öğrenciye okula gittiği her gün dayatılmakta ve tekrarlatılmaktadır. Lütfen iman ve izzet sahibi hiç kimse bunu sıradan ve basit bir şey olarak görmesin.
Şimdi siz bu coğrafyada işlenmekte olan bütün günahları şöyle bir gözünüzün önüne getirin. Söyleyin Allah aşkına, bundan daha büyük, kesintisiz ve sürekli bir cinayet, Allah Teâla`yı bundan daha çok gazaba getirmekte olan şey nedir?
Özellikle bu andın son cümlesi olan “Ne mutlu Türküm diyene”, aklı başında olan herkes tarafından biliniyor ki, “Elhamdülillah Müslümanım!” sözünün yerini alması için kullanılmaktadır.
Allah aşkına söyleyin, bu dayatma değil midir koskoca bir coğrafyanın ağzının tadını zehre çeviren, yüz yıllardır etrafında toplana geldiğimiz soframıza zehir katan?
Rejimin yetişkinler üzerinde bunu nasıl yaptığına gelince... Zavallı çocuklar gibi onlara her gün and içiremese de ilahlığını ispat etmek için başvurduğu yollardan birisi de milletvekillerine dayattığı yemindir.
Koskoca bir milletin gözünün içine baka baka utanmadan yalan söyletiliyor. Üstelik dayatılan bu yalan yetmiş beş milyonun gözleri önünde naklen icra ediliyor ve arşivleniyor.
Bu ülkenin bütün insanları birçok yönden buna itiraz etmeli değil midir?
“Ne demek oluyor, biz bu vekilleri seçip Ankara`ya gönderirken, gidin orada Atatürk İlkeleri doğrultusunda çalışın diye göndermedik, bu doğrultuda onlara vekâlet vermedik. Ve onlar da bizden vekâlet alırken böyle bir vaatte bulunmadılar. Peki, niçin Ankara`ya vardıklarında onlara böyle bir yemin dayatılıyor?” demeleri gerekmez mi?
Bu dayatmaya bizzat vekillerin kendileri karşı çıkıp itiraz etmeli değil midir?
“Biz asla böyle bir yemin etmeyiz. Bu bizim kendi kendimizi inkâr etmemizdir, insanlığımıza ve şahsiyetimize aykırıdır…”
Çünkü bu ülkede herkes bilmektedir ki hiçbir milletvekili adayı seçmenlerine Atatürk İlkelerini yerine getirme vaadiyle seçilmemişlerdir. Seçmen nezdinde böyle bir vaad asla pirim yapmamaktadır. Hatta CHP seçmeni nezdinde bile.
Buna rağmen milletvekillerine böyle bir yalan dayatılıyor. Dehşet bir olay! Koskoca bir ülkenin ağzından çıkanla kalbinde olan birbirinden ayrı şeyler.
Herkes birbirinin gözünün içine baka baka yalan söylüyor, hem birbirlerini kandırıyor, ondan da önce herkes kendisini kandırıyor.
Milletvekiliyle, seçmeniyle bütün bir ülke dürüst olmalıdır diyoruz. Kimse kimseyi ve öncelikle hiç kimse kendisini kandırmamalıdır.
Eğer mutlaka bir yemin edilecekse, milletvekilleri hangi vaadlerle seçilmişlerse, seçmenler de bu insanlara hangi şeyler için vekâlet vermişlerse, Ankara`da bunlar üzerine yemin edilmelidir.
O halde hiç bir siyasinin, hiç bir seçmenin asla itibar etmediği, dönüp bakmadığı ve pirim vermediği bu ilkelerin dayatılmasına niçin devam ediliyor?
Niçin koskoca bir millet münafıklığa itiliyor, ikiyüzlü olması isteniyor, niçin dürüst olunmuyor?Gelelim bütün bunlardan daha üzücü olanına…Başta Tevhidî düşünceye sahip Müslümanlar niçin doğrudan bu dayatmaların ve dayatmacıların karşısına dikilmiyor, itiraz etmiyor, karşı çıkıp reddetmiyorlar da birbirleriyle uğraşıyorlar?
Bizzat okul yöneticilerinin karşısına dikilip “Söyleyin bakalım siz kim oluyorsunuz? İsteyerek veya istemeyerek bizden alınan vergilerle burada değil misiniz? Siz kim oluyorsunuz da benim çocuğuma böyle bir and içiriyorsunuz?” demek yerine, çocuğunu okula gönderen garibanlarla didişip duruyorlar ve onları tekfir ediyorlar?
Despotların karşısına çıkarak “Siz kim oluyorsunuz da vekillere böyle bir yemini dayatıyorsunuz?” demek varken dört yılda bir sandığa giden dindar garibanların karşısında aslan kesilerek onları tekfir ediyorlar.
“Bu yeminleri etmek caiz midir, caiz değil midir?” tartışmasından daha anlamsız bir tartışma olabilir mi? Böylelikle bu dayatmaların ebediyen süreceğini kabullenmiş olmuyor muyuz? Başka bir alternatifimiz yok mudur?
Bu dayatmaların bir gün kendiliğinden kalkacağına mı inanıyorsunuz? Bu uğurda bir bedel ödenmeyecek mi?