Bin yıldan beri sadece Allah’ın huzurunda kıyam eden, sadece O’nun önünde eğilen ve sadece O’nun huzurunda alnını secdeye koyan Türkiye insanı doksan yıldan bu yana da Mustafa Kemal’in heykellerinin önünde kıyam etmektedir.

Geçtiğimiz şu 10 Kasım münasebetiyle bu doksan yıllık kıyam bir secdeyle yeni bir aşamaya geçmiş durumda. Öyle ya, doksan yıllık kıyamın müsaadenizle artık bir secdesi de oluversin. Küçücük çocuklar bir ibadet huşusu içerisinde Mustafa Kemal’in büstünün önünde secdeye kapanmışlar.

Ülkenin dindar insanları şimdiye kadar heykellerin önünde sadece kıyam ve saygı duruşuna alışmış ve onu da kanıksamış olduklarından çocukların secdesinden biraz irkilmiş durumdalar. Olayı sanal basın ve medyada ciddi anlamda eleştiren bu dindar kesime bir çift sözümüz olacak:

-Doksan yıldan bu yana Türkiye milyonlarca öğrencisiyle bu heykellerin önünde kıyama durarak haftasını açıp kapatırken, ilgili ilgisiz bütün derslerinde Mustafa Kemal bir ilah olarak dayatılırken neredeydiniz?

-Çocuklar bir yana, doksan yıldan bu yana bu ülkeyi yöneten en küçük biriminden en üst meclisine kadar bütün kurullar bir put adına açılıp kapatılmıyor muydu?

-Yapılacak bütün işler o bir tek adamın ilkeleri doğrultusunda yapılacağına dair and içilmiyor muydu, yeminler edilmiyor muydu?

-Kısacası bu ülke insanı daha hâlâ doksan küsur yıl önce ölüp gitmiş Mustafa Kemal’in önünde arz-ı endam ettirilmiyor mu?

Eee... bütün bunlardan dolayı irkilmiyorsun, tedirgin olmuyor, sanki hiç bir şey olmuyormuş gibi duruyorsun, şimdi bir kaç çocuğun secdesinden dolayı korkup şikayetçi oluyorsun öyle mi?

Unutma ki “Kıyam” ibadetin asıl rüknüdür ve en uzun olan bölümüdür. Ülkenin en önemli kadroları olarak kıyamını sunmuşsun, şimdi çocukların secdesini kaygı ediyorsun?

Şu espri biraz ağır olacak; ama merak etmeyin ahirette bizi bekleyen felâketin yanında çok hafif kalacaktır.

Adam biri köyünden ilçeye giden araca binmek üzere evinden çıkmış, tarlalardan geçerken -affedersiniz- oturmuş büyük abdestini yapmış, bu arada poposuna bir diken batmış. Diken batan yeri görememiş, kanayıp kanamadığını öğrenmek için bir kaç defa eliyle kontrol etmiş ama tam bir kanaate varamamış. Neyse, ilçeye ulaştığında ilk olarak hemen Müftüye koşmuş ve durumu anlatmış, diken batan yerin kanayıp kanamadığını bilmediğini, bu durumda abdestinin bozulup bozulmadığını sormuş. Müftü efendi şöyle bir arkasına yaslanmış; “Yahu sen işemişsin, işemişsin, bana abdestini soruyorsun!