Ölen birilerini unutmamak, onları arada bir yâd etmenin değişik gerekçeleri olabilir.
Öldükten sonra unutulmamak istisnasız herkesin arzu ettiği bir şeydir. Çünkü unutulup gitmek insanoğlunun kolay kabulleneceği bir şey değildir.
Geriye güzel bir iz ve eser bırakarak bu dünyadan ayrılan birisini sonrakilerin arada hatırlayıp yâd etmesi öncelikle bir vefadır, bunun zıddı ise nankörlüktür, kadir kıymet bilmemektir.
Fakat şehidlerin durumu bundan çok daha başkadır. Aziz İslam davası uğruna canlarını verenlerin unutulması sadece bir vefasızlık, bir nankörlük değil aynı zamanda şehidin davasını unutmaktır, şehidin yolundan ayrılmak, uzaklaşmak ve başka yollara girmektir.
Şehidleri unutmak uğruna can verilmesi gereken davayı unutmak, o davaya giden yolu unutmaktır.
Hatta şehidleri unutmak Allah Teâla ile cennet alış verişini unutmak demektir.
Daha somut bir şeyler söyleyelim. Eğer bir memlekette bir şehid unutulmuşsa o memleket o şehidin yolundan ayrılmış demektir. O şehidin yolundan ayrıldığı gibi aynı zamanda o şehidin canını boş yere heba ettiğini iddia etmiş demektir.
Siz şimdi özellikle bizzat kendi memleketinde Seyyid Kutub’un, Hasan el Benna’nın, Abdulkadir Udeh’in ve Rabia şehidlerinin unutulduğunu düşünebiliyor musunuz? Dünya tersine dönüyor anlamına gelmez mi?
Durum böyle olunca hiç kimse şehadet etkinliklerini, şehidleri yâd etme etkinliklerini basit bir eylem olarak görmesin.
“Arkanızdayız, yolunuzun takipçileriyiz, peşinizden biz de geliyoruz...” demektir. Hem şehidlerin bize böyle bir çağrısı yok mudur? Geride bıraktıklarını müjdelemezler mi?
İşin bir başka yönüne gelelim. İslam düşmanlarının bu durumu nasıl karşıladıklarını bir düşünelim. Yani şehidlerin yolunu sürdürme kararında olan Müslümanların bulunması onlara söylenecek en güzel söz değil midir?
Evet, biz inanıyoruz ki şehidler bizim güzergâhımızın üzerinde yanan yüksek voltajlı ışıklardır.
Şehidlerimiz bizim cennette beraber olmak için çırpınıp durduklarımızdır.
Durum böyle olunca biz onlar için sadece şubat ayında anma programlarıyla yetinmeyerek onların hayatlarını seviyeli belgesellerle, romanlarla fikir kitaplarıyla bizden sonrakilere aktarmalıyız. Bu bir emanettir.