Medeniyetler kimliklerini, kim olduklarını ve insanlık âlemine sunacakları neyse onu kurdukları şehirleriyle sunarlar.
Tarihte yaşamış olan medeniyetlerden bugün söz edebiliyorsak mutlaka o medeniyetin sembol bir şehri veya şehirleri söz konusudur. Veya şöyle de söyleyebiliriz; bugün dünyanın önemli şehirleri aynı zamanda geçmiş veya yaşamakta olan bir medeniyeti temsil etmektedir.
Bizim medeniyetimizden söze başlarsak Medine başta gelir. Zaten medeniyet de Medine’den gelmektedir. İslam, her gittiği yere işte bu şehirleriyle birlikte gitmiştir. Bağdat, Şam, Kurtuba bunlardandır.
Kudüs, İskenderiye, İstanbul, Diyarbakır gibi bir takım şehirler ise sadece İslam’a değil daha önceki medeniyetlere de beşiklik etmişlerdir.
Pratikte böyle olduğu gibi teoride de yine medeniyetler şehirlerde kurulur ve temsil edilir. Büyük İslam düşünürü Farabi’nin Medine’tü-Fadıla’sı budur. İdeal bir medeniyet ancak bir şehirle gösterilebilir.
Sözü insana getirmek istiyorum; şehirlerin insanına. Çünkü medeniyetleri temsil eden şehirlerin taş yapıları değil o şehrin insanlarıdır. Zaten şehirlerin mimari yapısı da insanların ruhunun ve düşüncesinin bir yansıması değil midir?
Hani gündemde şehir var ya, şehirlerin yönetimleri söz konusu ya.
Keşke bugünkü taş, beton, park vs tartışmalarını aşarak şehirleri şehir yapan insanına gelebilseydik.
Farabi gibi idealize ederek değil de hepimizin anlayacağı dille konuşacak olursak; Evet, medeniyetleri şehirler, şehirleri de insanları temsil eder, şehrin insanları da o şehrin orta yerindeki büyük cami veya camilerinde bulunurlar. Şehrin en önemli insanları, özellikle âlimleri, fazılları, salihleri ve yöneticileri camilerde bulunurlar.
Hani şu günlerde yerel seçimler dolayısıyla en çok kullanılan “beka” kelimesi var ya... Seviyeli ve seçkin insanlarıyla değil de ya neyiyle baki olacak bir şehir, bir medeniyet?
Medeniyetler ve onların temsilcisi olan şehirler sadece dini ilimleriyle değil bütün ilim dallarında kendisini ispat etmiş, günümüz tabiriyle marka olmuş insanlarla var olabilir, bekasını sürdürebilir.
Bu anlamda neler yapılabilir, bunun yolları araştırılmalı ve bu istikamette adımlar atılmalıdır.
Aksi takdirde şehirler de, ülkeler de bir varmış bir yokmuş gibi silinip gitmeye mahkumdur.
Ne acı bir gerçek? Bir şehri ziyaret ettiğimizde tarihi ve doğal güzelliklerini görmek hepimiz için birinci derecede önemli, dönüşte hep bunları anlatıyoruz.
Keşke bunun yerine vardığımız şehirlerde o şehrin âlimlerini, şairlerini, mütefekkirlerini ve onların ilim yuvalarını ziyaretten başka bir şeye fırsat bulamasak.