Belki şu anda insanımızın en çok kullandığı kelimeler bunlar olsa gerek; kaybetmek ve kazanmak.
Hatta biliyorum bu kelimeler bugün sadece seçim neticeleri değerlendirilirken kullanılacak.
İnsan nasıl olunca kazanmış sayılır, nasıl olunca kaybetmiş sayılır?
Günübirlik düşünüldüğünde bu soruların cevabı kolaydır, kaybedenlerin kimler olduğunu, kazananların kimler olduğunu hemen söyleyebiliriz.
Siyasetin biraz dışına çıkarak ticaret hayatında kullandığımızda da kaybedenlerin ve kazananların kimler olduğunu söylemek basit bir şeydir.
Fakat bu kelimeleri hayatın başka alanlarına taşıdığımızda işler yavaş yavaş değişmeye başlar. Rahmetli Necip Fazıl bir defasında Çetin Altan`a;
“Biliyor musun Çetin, ben hiç düşmem” der. O da niye düşmezsin üstad diye sebebini sorunca;
“Ben zaten oturuyorum, oturan düşmez ki!” der.
Kazanmak ve kaybetmek bazen insanın duruşuna, pozisyonuna göre değiştiği gibi bazen uğrunda koşuşturduğu şeye göre de değişir.
Bazen de çok daha değişik bir durum arz eder. Mesela birileri hiç bir zaman kaybetmez.
Nasıl olur? Çünkü hep kaybolmayacak şeylerin peşinden koşarlar.
Bazen öyle bir yarışa girerler ki o yarışın asla kaybedeni olmaz. Yeter ki sen de o yarışa katıl. O yarışın eleneni, döküleni, yolda kalanı, ekarte olanı hiç olmaz.
Mesela Rabbimizin çağırdığı cennet için, mağfiret için yapılan yarışlar hep böyledir. Bu yarışlara katılanlar acaba bizden önce birileri varıp kapacaklar ve bize bir şey kalmayacak, biz kaybedeceğiz diye hiç paniklemezler.
Evet, bu şekilde biraz düşünüldüğünde gerçek anlamda kazanmanın ve kaybetmenin ne olduğunun tartışmalı olduğu ortaya çıkar.
Hatta mutlak anlamda kaybetmenin bile güzelliklerini ortaya çıkarabiliriz. Geçenlerde buna dair bir tespit okumuştum çok hoşuma gitmişti;
“Eğer kaybetmek olmasaydı biz asla kaybedilmeyecek olanları nasıl bulabilirdik. Kaybedilmeyecek olanları bulmak ve sarılmak, mesele budur.
Veya şöyle söyleyelim, Geliniz, akıllı olalım ve kaybedeni olmayan yarışlara katılalım, kaybedeceğimiz yarışlara katılmayalım.
Daha da önemlisi; katıldığımız yarışta bizim için kaybetmek diye bir şeyin söz konusu olmadığına inanalım.
Böyle olunca, kazanmak denilen şeyin de hakikat âleminde ne anlama geldiğini yeniden düşünelim derim.