Kudüs'ü, 'işgal devleti israilin başkenti' olarak tanıma kararını geçersiz sayan kararın, BM Güvenlik Konseyi`nde ABD vetosuyla reddedilmesi, BM'nin yapısını ve misyonunu bir kez daha tartışmaya açtı. BM güvenlik Konseyi`nin 5 daimi üyesi, her türlü haksızlığa ve hukuksuzluğa rağmen, kendi müttefiklerini himaye etmektedir. Egemen güçler olarak tanımlanabilecek olan bu devletler, BM'yi küresel hâkimiyetlerine bir şemsiye yapmaktadırlar. İslam ümmetine yönelik bütün hak ihlalleri bu konseyde birilerinin vetosuna takılıyor. Tasarı birilerini geçse de mutlaka birilerine takılmaktadır. Yani eşkıya dünyaya hükümdar olmuş ve çeşmenin başını tutmuştur. Oysa İslam ümmeti aleyhinde kolayca kararlar çıkarılabilmekte ve böylesi bir durumda BM Güvenlik Konseyi`nin daimi üyeleri veto yetkisini kullanmamaktadır.
Kurulduğu günden bu yana, BM'nin karnesine bakıldığı zaman, neredeyse Müslümanların lehine olan ciddi ve kayda değer bir icraatı yoktur.
Güya İkinci Dünya Savaşı'ndan ders çıkarıp dünyanın bir daha böyle bir felaket yaşanmaması misyonu ile kurulan BM, aslında 2. Dünya Savaşı sonrası oluşan zulüm düzenini tüm dünyaya kabul ettirmek için kullanıldı. Bu düzeni ve statükoyu kabul etmeyenler de BM eli ile ezilmeye çalışıldı. BM, işgallerin ve haksızlıkların aklandığı ve yasal kimlik kazandığı bir zemin oldu.
BM'nin kurulduğu günden bu güne epey zaman geçti. Artık eski politik şartlar ve dengeler söz konusu değildir. Dünyanın geleceğinin 5 ülke tarafından ipotek altına alındığı bu düzenin tamamen değişmesi lazımdır. Bu düzen, başta İslam ümmeti olmak üzere, ezilmiş halklara köleliği dayatmaktadır. "Tüm insanlığın köleliğini" esas alan düzenin, kalıcı bir statüye dönüştürülmesi istenmektedir. Artık özgür insanlığın kendi onuru ile ayağa kalkması lazımdır. Başta Müslümanlar olmak üzere, tüm dünya halkları kendi geleceklerine ipotek koyan bu sitemden kurtulma iradesi ortaya koymalıdır.
Yine son gelişmeler bir kez daha gösterdi ki, bizden olmayan kurumlar, kesinlikle bizim hak ve hukukumuzu koruyamaz/korumaz. Uluslararası arenada Müslümanların söz sahibi olabilmesi için, mutlaka küresel ölçekte bir vizyona sahip, Müslümanların hak ve hukuklarını teminat altına alan ve tüm dünya halklarına hitap eden bir kurum tesis etmelidir. Yaptırım gücüne sahip ve bizi temsil eden bir kurum, İslam ümmetinin bütün halkları ve unsurları için büyük bir kazanç olacaktır. Bu gün, bizleri, ellerindeki veto yetkisi ile mahkûm eden ve bu veto yetkisini tepemizde kılıç gibi sallayanlar, artık bunu yapamayacaklardır.
İslam ümmeti, bu oluşumu gerçekleştirecek potansiyele sahiptir. İİT teşkilatının sahip olduğu potansiyel göz önünde bulundurulacak olursa, tesis edilecek uluslararası bir gücün yaptırım ve etki alanı hakkında rahatlıkla bir fikir sahibi olabiliriz. Ya yeni bir kurum tesis edilir ya da İİT reforme edilip yeni bir vizyon ile işlevsel hale getirilir. İşte bu potansiyelimizi görüp onurlu bir iradeyi ortaya koymak gerekir.