Türkiye- Irak ilişkileri her geçen gün tarafların pervasızca tutumları yüzünden biraz daha gerginleşiyor. Bu noktada akla iki ihtimal geliyor:
1- Tarafların siyasi manevralarda karşı tarafı zorlayabileceği son limitin tespiti için muhatabı tartma hamlesi
2- Aslında sadece bu iki devletle sınırlı olmayan ve bölgede yeni yeni oluşabilecek güç dengesinin mukaddimesi
En son, taraflar; karşılıklı olarak, büyükelçileri, dışişleri bakanlıklarına çağırarak gerekli uyarıları yaptılar. Irak, Türkiye büyükelçisini dışişlerine çağırarak içişlerine karışmaması yönünde uyarıda bulundu. Ayrıca, Irak Başbakanı Nuri El Maliki “Türkiye Irak`ın içişlerine karışıyor, bu iç savaşa neden olabilir, Türkiye bölgeyi felakete sürüklemek istiyor” açıklamasını yaptı.
Türkiye ise, anında buna mukabelede bulunarak yapmış oldukları uyarıların ve siyasi hamlelerin içişlerine karışma anlamı taşımadığını ileri sürdü. Halihazırdaki siyasi atmosfere bakıldığında tarafların mezhep bloklaşmasından duydukları endişeyi dile getirmelerine rağmen, attıkları adımın bu ateşe odun taşımak anlamına geldiği görülmektedir. Artık yavaş yavaş devletlerin bölge politikaları mezhep saiki zemininde şekillenmeye başlıyor. İşin İslam ümmeti açısından en tehlikeli tarafı, bu tehlikeli siyasi düellonun etkilerinin halk kitleleri üzerinde etkisini göstermesi ve halkların birbirlerine karşı yöneltebilecekleri bir öfke patlamasını tetiklemesidir.
Öncelikle şunu belirtelim ki, Türkiye dış politikada bir dünya devleti olma yolundaki misyonunu muhkemleştirmeye çalışırken, bazen çok ölçüsüz hamleler yapıyor ve mevcut dengeleri ve gerçekleri gözetmiyor. Adeta bir zamanların Muhteşem Süleyman`ın misyonu canlandırılmak isteniyor ve her tarafa müdahale etme adeta bir alışkanlık haline dönüştürüldü. Bölgedeki hassas dengeler bazen göz ardı ediliyor ve tek taraflı hamleler yapılıyor. Bu yaklaşım da her geçen gün daha fazla rahatsızlık doğuruyor ve bu sorunlar durmadan birikiyor. Bir zamanlar komşuları ile sıfır sorun hedefi çerçevesinde politika ve strateji üreten Türkiye, şu an bu hedefinin çok uzağına düşmüş gözüküyor.
İran ile ilişkiler gergin bir noktada sayılır. Türkiye İran`ın hayati önemdeki hassasiyetlerini hiçe sayarak Malatya`ya füze kakanı unsurlarından bir kısmının konuşlandırmasına izin verdi. İran`ın birçok meselede yaptığı dostça uyarıları görmemezlikten geldi ve bir noktadan sonra İran`ın bölgesel çıkarlarını hiçe sayan politik hamleler karşısında İran`ın sesi yükselmeye başladı. Suriye konusunda daha yapıcı bir politika ile daha makul sonuçlara ulaşılabilirdi. Irak konusunda muhatabını küçümseyen ve hassasiyetlerini göz ardı eden bir politika takip ediliyor.
Irak bir süredir bu şekilde devam eden politik yaklaşımdan zaten rahatsızdı ve Tarık
Haşimi olayı ile bu politikaya sert bir şekilde cevap verdi. Aslında Türkiye tolere edilen hamlelerinin tolere sınırını iyi hesaplayamadığından, böyle bir tepki beklemiyordu ve hatta bu tepkiye hazırlıksız yakalandı demek yanlış olmaz.
Mısır konusuna gelince, özellikle Cemal Abdunnasır`dan beri Mısır`ın Arap Alemi`nin liderliğine oynadığı, bunu bir devlet politikasına dönüştürdüğü ve Arap Alemi`nin en büyük devleti olduğu bilinen bir gerçektir. Mısır`da Hüsnü Mübarek rejiminin devrilmesi öncesi ve sonrası Türkiye bu konuda Mısırın bu baskın pozisyonunu göz ardı etti. Müttefik olarak bölgesel dengeleri oluşturmada bu gerçeği kabul edip Mısır`ın bu pozisyonunu, stratejik ortaklığa dönüştürmek yerine Mısırın bu pozisyonunu ele geçirmeye çalıştı. Doğal olarak, Mısır da iktidar kısmen değişse de, Türkiye`nin bu hamlesi rahatsızlık yarattı. Hatta ayaklanma ile Mübarek iktidarı daha yeni devrilmişken, Mübarek döneminde bile anayasada olmayan laikliği hedef olarak gösterilmesi İslami sâiklerin ağır bastığı kesimlerce tepki ile karşılandı. Libya ve Tunus`un durumu da Türkiye ile ilişkiler bakımından tam anlamıyla netleşmedi.
Türkiye bu şekilde devam ederse, İsrail karşıtlığı ile kazandığı popülariteyi stratejik bir kazanca dönüştürmeden heder edeceğe benziyor.
Türkiye müspet anlamda politikalarında bir değişiklik yapıp Ortadoğu`nun Muhteşem Süleymanlığı rolünü bırakmaz ise, hiç istemediği bir kuşakta ve savunulamayacak bir pozisyonda kendini bulabilir.
Yine Irak konusunda Şii bloka karşı, Sünnileri ve Kürtleri yanına alma ve onların hamisi olma pozisyonuna gelebilir. Suriye`nin düşme ihtimaline karşı daha güçlü ve doğal müttefik arayışında olan İran`ın bu tabloya sessiz kalması beklenemez. Çünkü İran`ın şu günlerde doğal müttefiki olarak gördüğü Irak`ı kaybetmeye tahammülü yoktur. Hatta İran`ın tavrı, aleni veya örtülü, füze kalkanı meselesinden daha sert olabilir.
Bu süreç de beraberinde çok tehlikeli ve İslam ümmeti açısından halkları da mezhep zemininde kutuplaşma sürükleyecek bir sürecin başlangıcı olabilir.
Başta Türkiye olmak üzere, tüm ülkeler İslam ümmeti için ufukta bir faciaya işaret eden böylesi bir sürecin başlamaması için stratejilerini yeniden gözden geçirmek durumundadırlar. Bu konuda geri dönülemeyecek bir sürece girilirse kimse bunun hesabını veremez. İslam ümmetinin hassas ve kırılgan dengeleri kumar niteliğindeki bu hamleleri kaldırabilecek durumda değil.