İslam topraklarında bir yandan savaş ve çatışmalar devam ederken, anlaşmazlıkların çözümünde diplomasiye fırsat tanınması ümidi, her geçen gün artıyor. Bu arayışlar, eğer savaş için zaman ve mevzi kazanma için kullanılmaz ise, elle tutulur sonuçlar verebilir. Yıllardır süren çatışmalardan sonra, etkin siyasi ve askeri aktörlerin öz eleştirileri ümit vericidir. Bunca yıldır süren savaş ve yıkımlardan artık herkesin bir ders çıkarması lazımdır. Aksi taktirde bu savaş değirmeni herkesi öğütecektir. Batılı yetkililerin bazen yayınlanan beyanları, bu savaşların zemininin hazırlanması ve devam etmesi hususunda ne denli etkin olduklarını açıkça göstermektedir. Tüm uluslararası politikalarını, ayrışmamız ve çatışmamız üzerine bina eden güçlerin; kanlarımızı, gözyaşlarımızı ve acılarımızı, siyasi işret sofralarının mezesi haline getirmek için çabaladıkları görülmelidir. Özellikle ABD`li bazı istihbarat yetkililerinin beyanatları çok çarpıcı ve ibret vericidir. O halde ihtilaflarımızda kimin haklı olduğunu tartışıp kendimizi olayların ve süreçlerin merkezine yerleştirmek yerine, taraflar için uygun olan ortak kazancın ne olduğuna yoğunlaşmalıyız. Herkesin, siyasal ekseni kendisinden ibaret bilmesi ve askeri konseptini haklılığı üzerine inşa etmesi, beraberinde sonu gelmez felaketleri ve yıkımı getirmektedir. İslam halkları karşısındakini anlamaya yanaşmadığı müddetçe bu felaket değirmeni hepimizi öğütecektir. Türkiyeli bazı yetkililerin Suriye politikasının yanlışlığı hakkındaki beyanları, Irak`a yönelik yeni diplomatik hamleler, Kazakistan`da düzenlenmesi ön görülen zirve gibi bir dizi siyasal gelişmeler, siyasete bir fırsatın daha tanındığının işaretleri olarak okunabilir. Tüm halklar, birbirlerinin maddi ve manevi varlığını saygın olarak kabul ettiği ve adalet zemininde siyasal çözüm arayışlarına girdiği zaman, yaşadığımız bölgede bir barıştan bahsedilebilir. Biz, kimin haklı kimin haksız olduğunu tartışmıyoruz. İslam ümmetinin genel maslahatı adına, sonuç odaklı olarak düşünüyoruz. İslam ümmetinin maslahatı; tüm ülke, mezhep ve halkların maslahatı üzerindedir. Samimiyetle bu anlayışı yüreklerinde büyüten gönüller, İslam ümmetinin toza toprağa karışan onurunu tutup kaldırabilirler. Aksi takdirde farklı mezhep, meşrep, etnisite sayısı kadar ümmet oluşur. Herkes kendini merkeze oturtursa, kendisi “ümmet”, diğer Müslümanlar ise “öteki” olur. Ümmeti kendisinden ibaret bilenler, ötekileştirdiklerinin felaketini bir kazanç sayarlar. Ve dahası her türlü maddi ve manevi değerlerini çiğnemeyi mubah görürler. Müslümanların can ve mallarını heder etmeyi, “kutsal bir cihat” olarak görürler.
İşte İslam ümmeti, bu anlayıştan dolayı belini bir türlü doğrultamıyor. Oysa bu ümmetin azası olan her bir ferdin canı ve malı diğerlerinin himayesi ve koruması altında olmalıdır. Her Müslüman birey, ümmet için bir tuğla olmalı ve İslam ümmeti de her bir Müslüman için himaye mercii olmalıdır. “Kendin için istediğini kardeşin için de iste” düsturu, İslam halklarının temel siyasi düsturu olmalıdır.
Bu ideal anlayışın tesisi için, öncelikle akan kanlar durmalı, öfkeler yatışmalı, silahlar susmalıdır. Bu hedefe hizmet eden her diplomatik girişim kıymetlidir ve desteklenmelidir. Birçok eksiklik ve noksanlıkla beraber bu yöndeki çabalar, bölgemiz siyasetine ve uluslararası ilişkilere yeni ufuklar açabilir.