Filistin`de kan, Filistin`de katliam ve Filistin`de gözyaşı...

Ve İslam Ümmetine “Neredesiniz ey Müslümanlar!”, diye seslenen ve feryat eden mazlumlar, kadınlar ve çocuklar...

Ve ruhsuz, yürüyen ölülerden müteşekkil bir ümmet...

Gazze`de her gün kadın, çocuk demeden; mazlumlar, israil`in zulüm ve katliam değirmeninde öğütülüyor. Çok az sayıda halkı Müslüman ülke hariç, diğerleri ya suskun kalmayı tercih ediyor ya da israilin asrımızda benzerine az rastlanır vahşetini kınamakla yetiniyor. Allah Azze ve Celle`nin bereketli kıldığı bu topraklarda mazlumlar katledilirken, bu toprakların sahibi olan Müslümanlar ise aciz ve adeta üzerlerine ölü toprağı serpilmiş... Filistin`de insanlık ölüyor, Filistin`de ümmet ölüyor...

Gazze ya ümmetin ruhuna ya da siyonizmin ruhuna mezar olacak!

Artık Filistinli Müslümanlar söz değil; başta İslam ümmeti olmak üzere, tüm insanlıktan icraat bekliyor. Filistinli mazlumlar artık Selahaddinleri istiyor. Ey Müslümanlar, artık sahaya inmenin vakti gelmedi mi? Daha ne olmasını bekliyorsunuz?

Siyonizme karşı olan savaşımızın cephesini genişletme zamanı gelmedi mi? İntifadayı yeryüzünün her tarafına yaymalıyız.

Şu gök kubbe altında, yeryüzünün tek bir karış toprağında bile siyonistler emanda ve güvende olmamalıdırlar. Gazze`ye düşen her bomba misli ile Siyonistlerin tepesinde patlayan bir gazaba dönüşmelidir. “Neredesiniz”, diye feryat eden mazlum kadın ve çocuklar uğruna Siyonistlerin ayak bastığı her karış toprağı bile tutuşturmalıyız, ateşe vermeliyiz. Herkes biri birine bakıp duracağı yerde, herkes ileriye atılmalı. Bu savaş hepimizindir, tüm İslam Ümmeti`nindir. İslam ümmetinin her ferdi, “Ben Müslümanım”, diyen herkes bu savaşın tarafıdır.

Gözlerimizin önünde asrımızın soykırımını seyredecek ise, artık yerin altın bizim için üstünden daha hayırlıdır.

İslam ümmetinin suskunluğu, zilletle beraber tüm haklarımızı da bizlere kaybettirecektir. Gayretullah`a dokunacak olan bu sessizlik, İslam Ümmeti`nin felaketi olur. Hele de güçleri yettiği halde, zulme “dur” demeyen Müslümanları; karın tok, sırtı pek, katliamları türbinlerden seyredenleri, Aziz ve Celil olan Allah`a şikayet eden mazlumların bedduaları arttıkça, ümmetin büyük bir musibete giriftar olması yakındır. Küfür ve zulmün ateşi bir gün herkesi yakacaktır. Bu bağlamda olmak üzere, tarihin gördüğü en büyük kahramanlardan birisi olan Şehid Şeyh Ahmet Yasin`in mektubunu hatırlamakta yarar vardır.

Herkes bu mektubu okumalı ve vicdani muhasebesini yapıp üzerine düşen vazifeye hemen koşmalıdır.

Şehid Şeyh Ahmed Yasin`in Mektubu

“Bırakın savaşçı onuruyla ölelim!

Allah`ım! Ümmetin suskunluğunu sana şikâyet ediyorum!

Ben ki kocamış bir yaşlıyım. Kurumuş iki elim, ne kalem tutuyor ne de silah!

Sesimle yeri inletecek güçte bir hatip de değilim!

Ben ki saçları ağarmış, ömrünün son demlerinde, türlü hastalıkların yıktığı ve üzerinde zamanın belâlarının estiği biriyim!

Tek isteğim, benim gibi Müslümanların zaaf ve aczinden müteessir olanların yazmasıdır!

Siz ey Müslümanlar! Suskun ve aciz, helâk olmuş ölüler!

Hâlâ kalpleriniz sızlamıyor mu, başımıza gelen bu acı felâketler karşısında? Bir halk yok mu? Hiç mi kimse yok, Allah için ve ümmetin namusu için kızacak?

Şerefli direnişçilerken, bizleri katil teröristler olarak ilan edenlere karşı duracak! Bu ümmet utanmaz mı, şerefi çiğnenirken?

Omuzlarımıza el verecek ve gözyaşlarımızı silecek bir bakış! Bu ümmetin kurumları, sivil güçleri, partileri, teşkilâtları ve bariz şahsiyetleri, Allah için kızmaz mı? Tümü birden sokaklara dökülüp, bizim için dua etmeye;

“Ey Rabbimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mü`min kullarına yardım et!” diye çağıramaz mı? Buna da mı gücünüz yetmiyor?

Yakında bizim büyük ölümlerimizi duyacaksınız, o zaman alınlarımızda şu yazılacak:

“Bizler direndik! İleri atıldık ve kaçmadık!”

Ve bizimle birlikte çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlılarımız ve gençlerimiz ölecek! Onları, bu sus pus ve bön ümmete yakıt yapacağız!

Bizden, teslim olmamızı ve beyaz bayrak dikmemizi beklemeyin! Çünkü biz, bunu yapsak da öleceğimizi biliyoruz.
Bırakın savaşçı onuruyla ölelim!

Dilerseniz bizimle olun, elinizden geldiğince, öcümüzü sizden her biri boynuna taksın!

Dilerseniz bize acıyarak ölümümüzü izleyin! Temennimiz, Allah`ın, emaneti savsaklayan herkesten kısas almasıdır! Umarız bizim aleyhimize olmazsınız!

Allah aşkına, bari aleyhimize olmayın!

Ey ümmetin liderleri, ey ümmetin halkları!

Allah`ım!

Sana şikâyette bulunuyorum...

Sana şikâyette bulunuyorum...

Gücümün azlığını, imkânımın yetersizliğini ve insanlara karşı zaafımı Sana şikâyet ediyorum.

Sen mustazafların Rabbisin... Sen bizim Rabbimizsin... Bizi kime bırakıyorsun? Bize cehennem olacak uzaklara mı? Veya düşmana mı?

Allah`ım! Akıtılan kanlar, dokunulan ırzlar, çiğnenen hürmetler, yetim bırakılan çocuklar, oğlunu yitirmiş anneler, dul kalmış kadınlar, yıkılmış evler ve ifsad edilmiş ekinler aşkına Sana şikâyette bulunuyorum.

Sana şikâyette bulunuyorum! Gücümüz dağıldı... Birliğimiz bozuldu... Yollarımız ayrıldı...

Halkımızın zaafını ve ümmetimizin bize yardım edip, düşmanı yenmedeki aczini Sana şikâyet ediyoruz...”

Eylül 2003