Unutulan her katliam ve hesabı sorulmamış her insanlık suçu, bir sonrakinin habercisidir.  Kerbela’yı konuştuğumuz bugünlerde, yine bir Kerbela’yı yaşıyoruz. Tarih boyunca zalimden hesap sorma ve mazlumun yanında olma bir mektebe dönüştürülmediği için; olgular, vakalar ile harmanlanmadığı için; daima tarihteki zalimleri lanetlerken, o dönemde zulme sessiz kalanları şiddetle kınarken; kendi dönemimizdeki zalimlere karşı gereken duruşu ortaya koyamıyoruz. İmam Hüseyin ve yarenlerini yalnız bırakan Küfe halkı ve diğerlerini lanetlerken, günümüzün Hüseyinlerini, günümüz Kerbela’sı olan Gazze’de yalnız bırakıyoruz.

Kerbela hadisesi vuku bulurken, İslam Ümmetinin nice fertleri olayı çok sonradan ve genelde de zalimlerin müsaade ettikleri kanallar ile öğrenmeye mecbur kaldıkları halde, günümüz Kerbela’sı Gazze’de işlenen cinayetleri ve soykırımları canlı olarak seyretmekteyiz. Yani günümüzde Gazze’deki vahşete sessiz kalmak, Kerbela’daki zulme sessiz kalmaktan çok daha büyük cürümdür. İmam Hüseynin acısına ve mazlumiyetine ağlayan herkes; çağımızın Hüseyinlerine, Kerbela’nın evlatlarına yardım etmelidir. Yezide lanet edip de günümüz Yezitlerine karşı mazlumların yanında durmamak ne yaman çelişkidir. Kerbela’da muhasara edilmiş Ehli Beyt’in bir avuç suya muhtaç bir şekilde şehit edilmesini elem ile anlatanların; kuşatma altındaki Gazze’de bir lokma ekmeğe muhtaç çocukların ölümüne adeta seyirci kalmaları ne yaman bir çelişkidir!

Sorumluluk yüklenme ve İlahi çağrıya icabet etme hususunda, zihniyet olarak İsrailoğullarına ne kadar da benzemişiz!  Allah Azze ve Celle, rahmetini, İsrailoğulları üzerinden kaldırdığı gibi, bu ümmetin üzerinden de kaldırmasından korkulur. Biz, İsrailoğullarının kısalarına baktığımızda;

Allah Azze ve Celle’nin onları imtihan ettiğini ve cebbar bir kavim tarafından işgal edilen bir şehre girmek ve o kavim ile savaşmak ile mükellef kılındıklarını görüyoruz. Ama o azgın topluluk Hz. Musa’ya dönüp şöyle diyor:

“Ey Musa, orada zalim bir kavim var, sen ve Rabbin gidin, savaşın, o kavmi oradan çıkarın; işte o zaman biz de o şehre girelim.”

Biz bu kıssayı okurken israiloğullarının( iyiler hariç) bu onursuz tavrını lanetleriz.

İşte buraya dikkat…

Bugün  2 milyar Müslüman 2 milyonluk Gazze’yi , bir avuç İsrail’e karşı koruyamıyorsa ve Gazzeli Mücahitler, Siyonistler ile başbaşa bırakılıyorsa; Mücahitlerin kendi başlarına ve bizim bir katkımız olmadan Siyonistler ile savaşmalarını bekliyorsak, bizim bu tavrımız da aynı anlama gelmiyor mu?

Lisan-ı halimiz ile şöyle demiş olmuyor muyuz:

Ey Gazzeliler, karşınızda çok cebbar bir kavim var ve onlarla savaşmaya korkak yüreklerimiz yetmiyor. Biz zillet elbisesini giyip onursuzca ve riyakârca sizlerin bu çetin savaşınızı seyretmekle ve sadece ara sıra slogan atmak ile iktifa edeceğiz. Ey Gazzeliler, siz ve Rabbiniz cebbar siyonitlerle savaşın onları Kudüs’ten, Mescid-i Aksa’da çıkarın; ondan sonra biz de gelip İslam âleminin başkenti olan Kudüs’e ve ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa’ya girelim…

Ne kadar da biri birine benziyor, değil mi?

İsrailoğullarının bu tavrından sonra, Allah onların üzerindeki rahmetini kaldırdı ve kırk yıl çöllerde şaşkın şakın dolaşıp perişan oldular.

İslam Ümmeti’nin bir an evvel günümüz Kerbelası olan Gazze’nin yardımına yetişmesi ve tarihteki israiloğullarının akıbetine uğramaması temennisiyle…