Mısır`daki askeri darbe, Amerika`nın Müslümanlara düşmanlığını ve Müslümanların iktidarlarına tahammülsüz olduklarını bir kez daha göstermiştir. Askeri darbeden evvel, Mısır Savunma Bakanı ve Genel kurmay Başkanı olan Abdulfettah Sisi, Amerikalı yetkililerle sıkça görüşmüş ve açık icazetten sonra darbe yapmıştır.


İsrail`in güvenliğini dış politikasının temel unsuru haline getiren ABD, Mısır hükümetinin İsrail`in bölgedeki politikalarına karşı durması ve İsrail`in Mısır`daki sömürü hortumlarını kesmeye çalışması, Amerika`yı harekete geçirmiştir. Başta doğalgaz olmak üzere, neredeyse bedava denilecek bir fiyata israil`e peşkeş çekilen birçok zenginlik kaynaklarının yağmalanmasına müsaade edilmemesi, Siyonistlerin yıllardır bölgede kurmuş oldukları sömürü ağının ağır yara alması anlamına geliyordu.


İslam Alemi`nde belirleyici bir konuma sahip olan ve aynı zamanda Arap Alemi`nin de lideri olarak görülen Mısır`da meydana gelecek köklü bir değişim, tüm bölge açısından bir değişim demektir. Mısır`da gerçek anlamda bir devrim olması durumunda, Batılıların tüm stratejik hesapları alt üst olacaktı. Yine Filistin konusunda Mısır`ın ortaya koymuş olduğu İsrail karşıtı tavır, bu darbenin arka planındaki gerçek nedenlerden bir diğeridir.


Demokrasiden dem vuran Batı, Müslüman halkların taleplerine ne denli tahammülsüz olduğunu bir kez daha göstermiştir. Müslüman Mısır halkının siyasi tercih hakkına saygı gösterilmemiştir. Askeri darbe öncesi, darbeye zemin hazırlamak için Mısır`ın meydan ve sokaklarını karıştıran işbirlikçi güruhun arkasında ABD ve İsrail vardır.
Yapılan askeri darbe, tek kelime ile siyasal İslam`a yöneliktir. Emperyalistlerin ve siyonistlerin, yerli işbirlikçileri marifeti ile siyasal İslami iktidara hayat hakkı tanımayan anlayışının tezahürüdür. Bu darbe; aynı zamanda, gözden kaçan birçok gerçeği, başta Mısır olmak üzere, tüm İslam Alemi`ndeki Müslümanlara hatırlatmıştır.


Darbeden hemen sonra destek açıklaması yapan ve Mısır`ın kaosa gitmekten kurtulduğunu iddia eden( Aslında ise, hem İslami duruşundan dolayı, hem de siyasal konumu itibariyle Mısır`ı rakip olarak gördüğünden dolayı sürekli Mısır`da kaos isteyen) Suudi hanedanı, bir kez daha Müslüman Alemi`nin düşmanı olduğunu göstermiştir. Bir kez daha , sadece Mescidi Aksa`nın değil, aynı zamanda Kabe`nin de işgal altında olduğu gerçeği tebarüz etmiştir. Mescidi Aksa`nın işgalden kurtulabilmesi için verilen mücadelenin farziyeti gibi, Kabe`nin işgalden kurtulması için de Müslümanların seferber olması gerektiğinin zarureti ortaya çıkmıştır.


Halkı Müslüman devletlerin ordu ve istihbaratlarının; kendi halklarının değil, küresel güçlerin emrinde oldukları bir kez daha müşahade edilmiştir. Ülkelerini savunma ile yükümlü olan orduların, asli görevlerini yapmak yerine, sadece küresel güçlerin figüranları ve onların yazdıkları senaryonun uygulayıcı aktörleri olmaktan başka bir marifetleri olmadığı bir kez daha ortaya çıkmıştır. Bir kez daha bu kurumların çoğunun küresel güçlerin Truva atları olduğu ve emir aldıklarında adeta işgal güçlerinin ordusu gibi hareket ettikleri gerçeği ortaya çıkmıştır.


Askeri bir darbe ile görevden alınan ve yetkileri gasp edilen Muhammed Mursi`nin yerine bir Hıristiyan olan Adil Mansur getirildi. Yüz yıllardan sonra, Mısır generallerinin ihaneti ile bir Hristiyan, Müslüman bir ülkede Cumhurbaşkanı oluyor. Bu gerçek, İslam Alemi`nin perişan halini bir kez daha gözler önüne seriyor.


İslam Alemi`nin bu gelişmelerden çıkarmaları gereken çok önemli iki dersin olduğunu düşünüyoruz.
Öncelikle Müslüman halk, İslam`ı, hayatlarının hâkim sistemi olarak görmek istiyorlarsa, oyları ile seçimlerde bu iradeyi ortaya koydukları gibi, bu tercihin ortaya çıkardığı siyasi sonucu namusları gibi bilip sahip çıkmalıdırlar. Siyasal tercihlerine hayatları pahasına sahip çıkmalıdırlar. Her zamankinden daha çok bedel ödemeye hazır olmalıdırlar. Başta Batılıların güdümündeki askeri kurumlar olmak üzere, tüm dünya, Müslüman kitlenin bu azim ve kararlılığını yakinen görmelidir. Milyonlar, kefenlerini giyip şehadet yeminleri etmeli; iradelerini gasp etmek isteyen küresel güçlerin kuklaları olan yerli işbirlikçilere direnmelidirler.


Yine tüm tecrübeler göstermiştir ki, küresel güçler ve yerli kuklaları hiçbir şekilde Müslüman halkı iradesi ile baş başa bırakmayacak ve halkın tercihlerine saygı göstermeyecektir. Bu husus adeta kesin bir kanun gibidir. Müslüman halkın siyasal ve özgür iradeye dayalı tercihleri sürekli tankların paletleri ve askerlerin postalları ile ezilmektedir. O halde tüm coğrafyalardaki Müslümanlar, kitleselleşmenin yanı sıra, tehditleri bertaraf etme potansiyeline sahip kurum ve müesseseler tesis etme yoluna gitmelidir.

Silahsız Müslüman Mısır halkının özgür iradesine yönelik gasp girişimi, bu zarureti bir kez daha ortaya koymuştur. Müslümanların gasp edilen irade ve haklarını ceberut zümrelerin tasallutundan kurtaracak ve ceberutlara karşı müdafaa edecek kurumlara ihtiyaç vardır.


Son olarak; bir sözümüz de, her fırsatta Muhammed Mursi ve ekibini, İslam`dan taviz verdikleri gerekçesi ile tekfir edip zor durumda bırakan zihniyet mensuplarınadır. Sizin, askeri darbe gerçekleşir gerçekleşmez, Firavunlara destek açıklamasında bulunmanız İslam şeriatının neresine sığar?
Ey sloganik iki yüzlüler, hani nerede sizin tavizsiz İslam şeriatı anlayışınız? Bir Hıristiyan`ın başınıza cumhurbaşkanı yapılması ve sizin bunu kabullenmeniz de tavizsiz İslami anlayışınızın bir gereği mi?
Mursi`ye karşı haşin olan, zalime firavunlara ise destek veren zevat, sahi siz kimden yanasınız?